ESKIDEN HER SOKAKTA “MANCACI” VARDI.

Cherry

Platin Üye
Katılım
17 Tem 2023
Mesajlar
9,765
Çözümler
1
Tepki puanı
2,466
Puanları
113
Konum
ab inferno
Cinsiyet
Kadın
Osmanlı İstanbul’unda 20 bin adet vakıf vardı. Bu rakam sadece İstanbul’da şu an ise tüm Türkiye’de yaklaşık olarak 5 bin vakıf var. Bunun da bir kısmı tabela vakfı.

Ve İstanbul’da bulunan bu 20 bin vakfın içinde sokaktaki hayvanlar için kurulmuş yüzlerce vakıf vardı.

Leylekler, Kediler, Köpekler, Kuşlar, Yaban Hayvanları ve daha onlarcası.

Canlılara hizmetin aynı zamanda HAKKA hizmet olduğunu bilen hayvan sever insanlarımıza dönük olarak İstanbul’da bir meslek bile vardı. Bunlara MANCACILAR diyoruz.

BİR SOPA İLE SOKAKTAKİ HAYVANLARI BESLEYEN MANCACILAR


‘’Osmanlılar, hayvanlara merhametle ve şefkatle yaklaşmışlar, onların eziyet çekmemesine özen göstermişlerdir.’’

Bu duyarlılık hem Osmanlı Devlet tarafından hemde halkta görülmekteydi.

Hayvanlara merhamet ve şefkatle yaklaşan Osmanlı Devleti ve Osmanlı halkı bunu karşılık beklemeden Allah rızası için yapıyordur.
Hayvanlara daha fazla yardım edebilmek içinde zamanla mancacılık mesleği hayata geçirildi. Mancacıların görevi hayvanları beslemekti.
Hayvanların yemi de halktan temin ediliyordu. Hayvanlara yemek vermek isteyen halk ya yemi satın alıp bırakıyordu ya da yemin parasını mancacılara veriyordu.

Mancacılarda sokaklarda, uzun bir sırık üzerine dizilmiş çiğer, dalak gibi sakatatları taşıyor ve sokak hayvanlarını besliyorlardı. Böylece hayvanlar, sokak hayvanları düzenli bir şekilde besleniyordu.

Sokak hayvanların yanı sıra binek ve yük hayvanlarının bakımına da ayrı özen gösteriliyordu. ‘’Atlar, köpekler, güvercinler hepsi ayrı-ayrı seviliyor, kanun çerçevesinde korunuyordu’’.


HER MEVSİM ÇALIŞAN MANCACILAR

Hayvanlara hürmet yalnızca belirli bir dönemlerde değildi. Aksine yılın her günü hizmet devam ediyordu, soğuk kış aylarında dahi.
İşte mancacının bir diğer görevi de ‘’soğuk kış günlerinde dağda bulunan kurt, tilki, çakal gibi yabani hayvanlar yiyecek bulamadıklarında aç kalarak telef olmasın, bilhassa aç kaldıklarında şehre inmesin diye dağın eteklerine et ve kemik gibi yiyecekler koyarak yabani hayvanların dağdan inip şehirdeki insanlara bir zarar vermelerini engellerdi’’.

Bu davranış insanları maddi olarak zor durumda bırakmaz aksine maddiyatları bereketlenirdi. Bir nebze herkes parasının, vaktinin ve niyetinin zekâtını vermiş oluyordu diyebiliriz.

Bu davranışın günümüzde devam etmesi ne güzel olurdu… İnsanın insana yardım etmeye çekindiği bu dönemde, bereketsizlikte çoğaldı…


HAYIR YAPMAK İSTEYENLER MANCACILARA GİDERDİ

Mancacı mesleği para kazanmak amacı ile yaratılmamış, hayvanları beslemek için yaratılmıştır.
.
Niyetin güzelliği bu mesleğin yıllar boyunca, hatta Osmanlı’dan sonra da devam etmesini sağlamıştır. Bu mesleği hayır yapmak isteyenler devam ettirdi diyebiliriz.

Genellikle camilerin yakınında duran mancacıları gören halk, cuma günleri yoğunlukla, hayır yapmak için mancacılara uğrar ve yemleri bırakırdı.
’Mancacılık mesleği, Osmanlı halkının tüm hayvanlara verdiği değerin ve onların yaşamlarını korumak adına halkın uğraştığının kanıtıdır’’. Bilinmelidir ki bu davranışlar sadece hayvanlara sınırlı değildi, bu davranış bicimi tüm canlılar için geçerliydi.

XVI. yüzyılın sonlarında İstanbul’da bulunan Domenico Hierosolimitano, mancacıları ve onların hayvanları beslemesini şu şekilde anlatmıştır: “Şehirde birçok yerde büyük meydanlarda ve özellikle Sultan Bayezid Camii yanındaki meydanda, tek işi ahşap şişte hayvan ciğeri kavurmak olan birçok insan vardır. Çok sayıda ve itibarlı insanlar bu yarı pişmiş ciğer şişlerinden almak için toplanırlar ve doğal içgüdüleriyle orada toplanan kediler yesin diye onlara verirler” (Domenico, 2001: 43)

Türkler hayırseverliklerini hayvanlara karşı bile gösterirler. Üsküdar’da bir kedi hastanesi bulursun, Beyazıt Camii’nin avlusunda da güvercinler için bir bakım yeri vardır.” (Feldmaresal Helmuth Von Moltke, 1995: 81)


İNSANLARA HÜRMET TÜM CANLILARA HÜRMETTEN GEÇER

Türkler, canlı cansız bütün yaratıklarla barış içinde yaşıyorlar; ister ağaçlar ister kuşlar ya da köpekler olsun, Tanrı’nın yarattığı her şeye saygı gösteriyorlar; hayırseverlikleri bizde terk edilen ya da zulüm gören bu zavallı türleri de kucaklıyor. Bütün sokaklarda mahallenin köpekleri için su dolu kaplar var…(Lamartine, t.y.: 535).

Lamartine’nin bahsettiği bu ince davranışı sağlamak için Osmanlı Devleti hayvanlar için birçok vakıf kurmuş, hayvanların haklarını hatırlatmış ve onların huzur içerisinde yaşamaları için görevliler tayin etmiştir. Zamanla bu görevlilerin görevleri tıpkı mancacılık gibi, bir mesleğe de dönüşmüştür.


DÜNYANIN İLK HAYVAN HASTANESİ İSTANBUL ŞEHRİNDEN

Her canlının Allah tarafından bir amaç uğruna yaratıldığına inanan ve her canlının hakkı olduğunu düşünen Osmanlılar tüm canlıları korumak için her daim gayret etmişlerdir.

Bursa’daki Düşkün Leylekler Evi Osmanlı Devleti’nin hayvanlara verdiğin önemin en güzel örneklerindendir.

Düşkün Leylekler Evi göç ederken ülkemize misafir olan leyleklere yardımcı olmak, yaralarını iyileştirmek için faaliyeteydi.

Leylek Evi’nin yanı sıra Dolmabahçe’de kuş, Üsküdar’da kedi hastaneler, cami ve mezarlıklarda suluklar, kuş evleri de vardı. Osmanlı Devleti’nin bu zarıf davranışları ve hayvanlar için çıkarttıkları kanunları, bunu bilmeyen Avrupalı gezginlerin seyahatnamelerinde yer almış ve bu davranış övgü ile bahsedilmiştir.

Hayvanlara merhamet ile yaklaşan halk vasiyetnamelerinde dahi hayvanları unutmazdı. Hane içindeki hazineden hayvanlara mutlaka pay bırakılırdı.


Hacı Evhadüddin) Camii ( Kedi sever cami)
İstanbul’da bir camimiz var ki bu caminin en büyük özelliği banisinin yaptığı vasiyet. Kasapbaşı olan Hacı Evhad camiyi yapmış tamam ama demiş ki günde 20 takım da ciğer alınıp kedilere dağıtılacak. Ayrıca kedilerin de kalacağı bir koruma alanı da yapılacak. Cami bugün de İstanbul’da halen tüm ihtişamı ile ayakta duruyor. İşte ecdadın hayvan sevgisi, işte vakıfların önemi.


Ebu-l kilab (Köpeklerin babası) Hasan Baba
Köpekçi Hasan Baba Hasan Baba, 19. yüzyılın ikinci yarısında sokaklarda yaşayan ve kendisine kayıtsız şartsız itaat eden bir köpek sürüsüyle gezen, ebu-l kilab (Köpeklerin babası) lakaplı, renkli bir kişilikti.

Sokak köpeklerini beslemesiyle tanınır, başkasının hakkına göz diken köpeklere üç gün sürüden uzaklaşma cezası verirdi.

Köpekçi Hasan Baba, aslında bir hak aşığıdır. Kendi manevi sırlarını gizlemek için köpeklerle dost edindiği rivayet edilir. Zira sır tutmak dünyada en zor emanetlerden biridir. Hele manevi bir sırsa bunu ifşa etmeden yaşamak biraz maharet ister.

İşte manevi sırlarını kapatmaya uğraşanlardan biri de Köpekçi Hasan Baba’dır.


İstanbul’da uçan kuşların da mekanı var
İstanbul’un birçok tarihi eserleri yanında “kuş evlerini” de görmeden geçmek olmaz. Nasıl ki İstanbul’da yaşayan her canlının bir mekânı varsa, kuşların da bir mekânı var. Üstelik bu mekânlar insan eliyle yapılmış.

İstanbul’da kuş evi yapılması da bir izin ve hassasiyet gösteren bir iştir. Sadece kuş evi yapılsın diye yapılmıyor. Öncelikle yapılacak kuş evleri göçmen kuşlar için olacak.

İkinci olarak da her bölgeye ya da her eve değil göçmen kuşların güzergâh üzerinde bulunan yerlere kuş evleri yapılmasına izin veriliyordu.

Bunun için de daha konak ya da ikametgâh için düşünülen mekân önceden araştırılıyor eğer göçmen kuşlar üzerindeyse kuş evi yapılması İstanbul İhtisap ağasının ya da Şehremaneti Belediye Başkanı) izniyle yapılabiliyordu.

Osmanlı’da kuş evlerinin en eski örneği Edirne Eski Camisinde bulunan kuş evidir.

434452393_728879759418857_3090118195924508484_n.jpg



433982147_728879809418852_5712662848454576582_n.jpg



434020914_728886236084876_7517725348083662605_n.jpg
 
Üst Alt