Chen

🇵🇸
Forum Sorumlusu
Katılım
9 Ocak 2020
Mesajlar
44,035
Çözümler
4
Tepki puanı
12,728
Puanları
113
Konum
.
Cinsiyet
Kadın
Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun, Millî Mücadele’nin zorlu sürecini tüm yönleriyle göstermek amacıyla kaleme aldığı “Yaban”, yayımlandığı dönemde büyük yankılar uyandırmıştır. Millî Mü-cadele Dönemi’nde Anadolu köylüsünün Kurtuluş Savaşı’na bakışını ve o dönemki aydınlarla köylüler arasındaki fikir ayrılıklarını, I. Dünya Savaşı’nda kolunu kaybeden bir subayın gözünden anlatmaya çalışan “Yaban” romanı, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun en çok bilinen ve hakkında en çok yorum yapılan eseridir. Bu roman kendi dönemindeki realist anlayışa uygun biçimde yazılmıştır.

Yaban Özeti Kısaca

Sessiz ve sakin bir yerde hayatını sürdürmek isteyen Ahmet Celal , gittiği yerde ,yabancı olduğundan, yaban olarak tanımlanmaktadır. köydekilerle hiçbir bağlantısı olmamasına ve subay olmasına rağm en ona düşman gözüyle bakılmaktadır. Ülkenin tamamı işgal altında olmasına rağmen köylülerin bunu umursamaması , sonuçta; evlerinin kundaklanması, yiyeceklerinin yağmalanması, kadın ve kızlarına tacizde bulunulması onların akıllarını başlarına getirir.Bu durumu gören Ahmet Celal sevgilisini yanına alıp kaçmaya çalışır.

Yaban Romanının Yazıldığı Dönemle İlişkisi

Romandaki olaylar, 1922 yılında geçer. Yazar, Millî Mücadele sürecini anlatırken aydınlarla köylüler arasındaki uçurumu gözler önüne serer. Yakup Kadri, romanı Ahmet Celal’in günlüğü şeklinde kurgular. Ana kahraman Ahmet Celal olayları ve şahısları belirli bir zaman süreci ve bir bütünlük içinde okuyucuya anlatır.

Yaban romanında ele alınan konulardan biri köylülerin Millî Mücadele’ye bakışıdır. Yakup Kadri, köylülerin bazı kültürel değerlere kayıtsız kalışlarını ve özellikle köylülerdeki vatanseverlik duygusunun yitirilişini nedenleriyle birlikte gözler önüne serer. Gerçek bir vatansever olan Ahmet Celal, Mustafa Kemal Paşa’ya ve Millî Mücadele’ye inanır. Bazı köylülerin, düşman güçlerinin Anadolu topraklarında yaptığı zulüm ve felaketleri görmezlikten gelerek düşmandan medet ummasına tahammül edemez.

Ahmet Celal’in kişiliğinde temsil edilen vatanseverlik asla unutulmaması gereken, yaşamımızın her döneminde kıymet vereceğimiz değerlerimizden biridir.

Yaban Romanının Konusu Nedir?

Romanda kurtuluş savaşı sırasında cephede kolunu kaybetmiş bir subayla, askerliği yeni bitmiş bir askerin köyünde geçen olaylar anlatılmaktadır.

Yaban Romanının Ana Düşüncesi
Yaban romanının an fikri, ülke topraklarının elden gitmesine rağmen duyarsızlığını sürdürmesinin, cahilliğin bir sonucu olduğunu göstermesidir.

Yaban Romanı Geniş Detaylı Uzun Özeti

Bir paşanın oğlu olarak dünyaya gelen Ahmet Celal, yedek subay olarak katıldığı I. Dünya Savaşı’nda sağ kolunu kaybetmiştir. Savaş bitiminde yalnız kalan ve daha otuz beş yaşına gelmeden diri diri mezara gömüldüğünü düşünen Ahmet Celal, büyük bir yıkıma uğrar. Yaşama sevincini kaybettiği bu süreçte, savaşta kendisinin emir eri olan Mehmet Ali’nin, “Gel beyim, seni bizim köye götüreyim.” teklifini kabul ederek Mehmet Ali’nin Orta Anadolu’da, Porsuk Çayı kenarındaki köyüne gider ve oraya yerleşir. Köylüler arasında kendini doğaya bırakarak benliğinde taşıdığı acılardan ve umutsuzluktan kurtulmak isteyen Ahmet Celal, köye yerleştikten sonra büyük bir hayal kırıklığı yaşar. Köye yerleştiği ilk günden itibaren yaşam tarzı, düşünceleri, alışkanlıkları, konuşması, giyim kuşamı köylüler tarafından garipsenen Ahmet Celal, köyde “yaban” olarak anılmaya başlanır. Köylüler, köyün zengin adamlarından biri olan Salih Ağa’dan çekindikleri için onun sözünden çıkmamaktadır.

Ahmet Celal, bir yandan köy yaşamına ve köylülere alışmak için çaba gösterirken bir yandan da Mehmetçiklerin düşmana karşı verdiği mücadeleyi gazetelerden takip etmeye çalışır. Gazetelerden öğrendiği Birinci İnönü Zaferi’ne çocuklar gibi sevinir, önüne gelen herkese heyecanla bu zaferden bahseder. Onlara Mustafa Kemal’in önderliğinde verilen kurtuluş mücadelesini anlatır. Bu heyecanlı konuşmalar köylülerin kalplerinde en ufak bir heyecan yaratmaz. Ahmet Celâl, Millî Mücadele konusunda bu derece duyarsız kalan köylüler karşısında ne yapacağını şaşırır. Zira köylü, kendileri- ni sömüren Salih Ağa’nın ve köye yılda bir defa uğradığı hâlde köylüden yüklü miktarda hediye toplayarak onların dinî duygularını istismar eden Şeyh Yusuf ’un sözlerine daha çok itibar etmektedir.
Ahmet Celal sıkıntılarından uzaklaşmak için kırlarda dolaşmaya çıkar. Dere kenarında genç bir kıza rastlar ve ilk kez gördüğü bu köylü kızına âşık olur. Bu arada savaş tüm hızıyla devam etmektedir. Cepheye giden Türk askerleri ara sıra köye uğrarlar. Ahmet Celal savaşın gidişatı hakkında onlardan bilgi alır. Bir sabah Yunan askerleri köyü işgal ederler. Her evden yiyecek toplarlar ve Ahmet Celal’i göz hapsine alırlar. İşgalciler tüm ihtiyaçlarını köylüden karşıladıkları hâlde onlara kötü davranırlar.

Kısa süre sonra işgalci askerler yeniden köye döner ve halka zulmetmeye devam ederler. Askerler köylüleri meydana toplayıp evleri ateşe verirler. Ahmet Celal, köydeki yaşadığı her şeyi kaleme aldığı defterini yangından kurtarmak için yanına alır. Defteri okuyacak olanlardan bir isteği vardır: Köylüyü suçlamamaları. Ahmet Celal’e göre köylünün bu kadar cahil kalmasında Türk aydını suçludur. Türk aydını, köylüsünü bu çorak tabiatla baş başa bırakmış ve bu insanlarla hiç ilgilenmemiştir. Meydana toplanan kalabalığın içinde Ahmet Celal, Emine’yi görür ve onu kaçırmayı planlar. Karanlıktan faydalanarak Emine’yle birlikte mezarlığa doğru kaçarlar. Bu sırada Emine askerlerin açtığı ateşle vurulur.

Yaralı halde mezarlıkta bekleyen Ahmet Celal ve Emine, biraz uyuyup sabah yola çıkmak üzere anlaşırlar. Gece boyu düşman askerlerinin köyde yaptığı katliam seslerini işitirler. Tan yeri ağarırken yola çıkmak isterler ama Emine bacağını hareket ettiremez. Ahmet Celal, defterin son satırlarını yazarak onu Emine’ye teslim eder. Tek başına yaralı bir şekilde uzaklara doğru yürür.



Sakarya Savaşı’ndan sonra düşman orduları; Haymana, Mihalıççık ve Sivrihisar yörelerini yakıp yıkarak harap eder. Bu olay üzerine Garp Cephesi Kumandanlığı felaketin yaşandığı yerleri inceletmek üzere o yörelere Tetkik-i Mezalim Heyeti’ni gönderir. Heyet araştırmalar esnasında, yıkıntılar arasında kenarları yanmış bir defter bulur. Bu defter, romanın başkahramanı Ahmet Celâl’e aittir ve onun köyde yaşadıklarını anlattığı yazılarından oluşmaktadır. Roman, Ahmet Celâl’in bu defterindeki anıları biçiminde kurgulanmıştır.
Bir paşanın oğlu olan Ahmet Celâl, I. Dünya Savaşı’nda sağ kolunu kaybeder; bu nedenle henüz otuz beşine girmeden bütün yaşam sevincinin tükendiğini hisseder. Savaşın bitiminde İstanbul’un düşman işgaline uğramasından sonra emir eri Mehmet Ali’nin davetine uyarak onun Orta Anadolu’da Porsuk Çayı kıyısındaki köyüne yerleşir. Ahmet Celâl, köylülerle kaynaşmak ister ancak köylüler onu kendileriyle hiçbir ortak yanı olmayan bir yaban olarak görür; onunla aralarına hep mesafe koyarlar.

Romanın ilerleyen bölümlerinde Ahmet Celâl’in köylülerle hep olumsuz seyreden ilişkileri anlatılır. Ahmet Celâl; bir aydın olarak köylülere vatanın içinde bulunduğu durumu, İstanbul’un ve pek çok Anadolu şehrinin düşman işgali altında olduğunu, işgal edilen topraklarda düşmanın halka yaptığı zulümleri anlatır. Onlara düşmanın gittikçe kendilerine de yaklaştığını, kendilerinin de büyük bir felaketle karşı karşıya olduğunu söyler. Anadolu’da düşmana karşı vatanı kurtarmak için Mustafa Kemal’in önderliğinde başlatılan Millî Mücadele’den söz eder. Ancak onun bu anlattıkları köylüler üzerinde beklediği etkiyi oluşturmaz. Onlar hiçbir şey olmamış gibi kendi günlük yaşamlarını sürdürürler. Köylülerden umudunu kesen Ahmet Celâl, komşu köyde halasıyla yaşayan Emine adında bir kızı sever ancak Emine, Mehmet Ali’nin kardeşi İsmail ile evlenir. Ahmet Celâl, Emine’nin İsmail’le evlenmesi üzerine büsbütün kabuğuna çekilir. Günler böylece geçip giderken bir sabah köye Yunan askerleri girer. Köylülerden yumurta, et, bulgur, fasulye, nohut vb. alırlar ve onlara bu ürünlerin karşılığında Rumca yazılı birtakım kâğıtlar verirler. Ahmet Celâl köylülere bu kâğıtların hiçbir işe yaramayacağını söyler. Yunan askerleri bir sabah köyü terk eder. Köy sakinleri hiçbir şey olmamış gibi eski yaşamlarına döner. Ahmet Celâl, köyün çobanı Hasan’la uzun bir kır gezisinden sonra köye döndüğü bir akşam köye yeniden düşman askerlerinin geldiğini görür. Onların dağınık, başıbozuk, perişan hâllerini görünce millî kuvvetlere yenildiklerini anlar. Düşman askerleri bu kez bütün köyü yakıp yıkmaya başlar. Ahmet Celâl, Emine’yi de yanına alarak kaçmayı planlar. Düşman askerlerinin köyü terk edeceği günden önceki gece, Ahmet Celâl’le Emine karanlıktan yararlanıp, kalabalığın arasından sürünerek uzaklaşır; köyün mezarlığına doğru kaçmaya başlarlar. Bu sırada düşman askerleri onların kaçtığını fark eder ve onlara ateş açar. Ahmet Celâl’le Emine yaralanır ve bu hâlde mezarlığa ulaşırlar. Katliam gürültüleri mezarlığa kadar gelmektedir. Bir süre uyuyup şafağa doğru yola çıkmayı kararlaştırırlar. Ahmet Celâl sabahın alacakaranlığında koynundan çıkardığı anı defterine son bir şeyler daha yazar. Artık gitme zamanı gelmiştir. Emine’yi uyandırır ancak Emine aldığı kurşun yarasından dolayı kalkamaz. Bunun üzerine Ahmet Celâl, anılarını yazdığı defteri Emine’ye teslim ederek tek başına uzaklara doğru yürür.

YABAN ROMANININ KAHRAMANLARI – KİŞİ KADROSU

AHMET CELAL : içi vatan aşkıyla dolu,köylülerin cahilliğini gidermek için didinen,köy yaşamına alışık olmayan birisidir.

SALİH AĞA :Sinsi bir kişiliğe sahiptir. Kendi çıkarları doğrultusunda hareket eden bir kişiliğe sahip.

MEHMET ALİ’NİN ANNESİ : Kendisini toprağa adamış, cahil, hiçbir şeyden habersiz ve başkalarının sözünü dinlemektedir.

BEKİR ÇAVUŞ : Askerlik yaptığından dolayı olayların kısmen farkındadır. Bulunduğu ortam itibariyle bildiklerini aktarmaktan çekinmektedir.



YABAN ROMANININ YAZARI HAKKINDA BİLGİ :
27 Mart 1889’da Kahire’de doğdu. İlköğrenimine ailesiyle birlikte gittiği Manisa’da başladı. 1903’te İzmir İdadisi’ne girdi. Babasının ölümünden sonra annesiyle yine Mısır’a döndü, öğrenimini İskenderiye’deki bir Fransız okulunda tamamladı. 1908’de başladığı İstanbul Hukuk Okulu’nu bitirmedi. 1909’da, arkadaşı Şehabettin Süleyman aracılığıyla Fecr-i Âti Topluluğu’na katıldı. 1916’da tedavi olmak için gittiği İsviçre’de üç yıl kadar kaldı. Mütareke yıllarında İkdam Gazetesi’ndeki yazılarıyla Kurtuluş Savaşı’nı destekledi. 1921’de Ankara’ya çağrıldı ve bazı görevler verildi.

ESERLERİ :

Kiralık Konak, Nur Baba, Hüküm Gecesi, Yaban, Ankara, Zoraki Diplomat, Panoroma
 
Üst Alt