Chen

🇵🇸
Forum Sorumlusu
Katılım
9 Ocak 2020
Mesajlar
44,655
Çözümler
4
Tepki puanı
13,053
Puanları
113
Konum
.
Cinsiyet
Kadın
Kültür-kişilik ilişkisi Sosyal Antropolojinin belli başlı konuların dan biridir. Keesing'de dediği gibi insanın kendim anlaması için giriştiği çabalardaki en yeni gelişme kültür-kişilik ilişkilerinin sistematik incelenmesidir.


Bu tür incelemelerde psikoloji, sosyoloji ve antropoloji işbirliği yapmaktadır. Bu disiplinlerin her biri kendine özgü teknikler geliştirmiş ve başarılı sonuçlar almışlardır.


Ancak, bazı sorunlar vardır ki bu disiplinlerin sadece biri tarafından çözümlenemez. Bu sorunlar ancak disiplinler arası karşılaştırmalı araştırmalarla çözümlenebilir.

Örneğin, deneysel psikoloji yapan bir kimse hayvanlarla çalışır ve sorunları çözümlerken az da olsa sosyoloji ve antropolojinin verilerinden yararlanır. Ama bu deneysel psikoloji uzmanı, kendi buluşlarını insan davranışlarını anlamak için uyguladığında durum önem kazanır. Sosyoloji ve Antropolojinin yardımları şart olur.

Bu üç disiplin kişilik psikolojisi üzerine eğilerek davranış bilimlerinin ortaya çıkmasına neden olmuşlardır. Bu savı ilk kez ortaya atan Linton'dur.


İnsan topluluklarının temel davranışlarında o toplumun kültürünün şartladığı davranışlar vardır. Diğer bir deyişle adet üzerine yapılan bu davranışlara kültürel davranışlar ya da kültür değerleri diyoruz. O halde insan davranışını anlamak için kültürün ne olduğunu bilmek gerekir.

Nedir kültür ?

SAPiR'e göre, " Kültür , varlığımızın yapısını belirleyen, sosyal bir süreçle öğrendiğimiz uygulama ve inançların maddi ve manevi öğelerin birliğidir." LİNTON , " kültür , bir toplumun tüm hayat biçimidir " der. SOROKİN ise " kültürü , sosyal-kül-türel evrendeki açık seçik eylemlerin ve diğer araçlarını ortaya koyduğu ve nesnelleştirdiği anlamlar, değerler ve kurallar, bunların etkileşim ve ilişkileri, bütünleşmiş ve bütünleşmemiş gruplardır diye tanımlamaktadır. Kültürü bireysel psikoloji olarak gören BENEDİCT 'in tanımı ise şöyledir. " Kültür büyütülerek ekrana yansıtılmış bireysel psikolojidir. WISSLER'e göre de " Kültür belli fikirler sistemi ya da bütünüdür.



Bir insanın kendi kültürünü bir bütün olarak görebilme yeteneği, onun kalıplarını değerlendirmek ve onların sonuçlarını onaylamak bir objektiflik derecesini öngörür. Bu en zor başarılan bir iştir.

İnsan lar etnosantirik bir eğilim içindedirler. Yan i diğer kültürleri kendi kültürlerini ön plana alarak değerlendirirler. Çağdaş bilim adamı kültür anlayışını geniş ölçüde çeşitli ilkel toplumlar üzerinde yapılmış olan kültür incelemelerinden kazanmıştır. Bu araştırmalar sonucunda or taya çıkan tezatlar kendilerini etkilemiştir. LİNTON , bunu şöyle açıklar. " Kendi kültüründen başkasını bilmeyenler kendi kültürünü anlamazlar."

Psikologlarda dahil olmak üzere bilginlerin çoğu kültürün şartladığı bir çevrenin geliştiğini ve görev yaptığını fark etmeden tek bir kültür çevresi içinde yetişmiş bireyler üzerinde araştırma yaptık larından, insan doğası hakkında yanlış düşünceler edinmişlerdir.

FREUD bile, çoğunlukla reaksiyonlarda içgüdüleri almak hatasını yapmıştır. Ancak, son zamanlardadır ki reaksiyonları doğrudan doğruya kültür şartlanmasına bağlamak gereği ortaya çıkmıştır. Yani, kültür davranışları şartlamaktadır. Ancak, diğer toplumlar ve kültürler hakkında bilgi edinmekle, kişilik araştırmalarında gerçeğe dahaçok yaklaşmak olasıdır. LİNTON , Avrupa dışında bulunan toplumlardan malzeme toplamanın hâlâ güç olduğunu söylemektedir.

Psikolog ve psikiatrisler gibi antropologlarda insan hayatınınişleme nedenlerini araştırmaktadırlar. Kişiliği etkileyen etmenlerin payını saptadığımız ölçüde, isteğe en uygun karakterleri yaratmak üzere, örgün ve yaygın eğitimle Uluslararası farkları ve çatışmaları anlayabiliriz. LİNTO N bir insanın karakteristik olarak sahip olduğu zihinsel ve fiziksel kapasitelerinden hangisinin kısmen kültü r tarafın dan belirlendiği sorusunu sorar. İnsanın kendi kendini biçimlendirme eğilimi olduğu bilinmekle birlikte herhangi bir kültürde bu "sosyal leştirme" tanımı bir bireyin belirli durumlardaki günlük davranışını önceden bilebilme halidir. Buna göre, insan fizyolojik bağımsızlığın çoğunu kendi kültürünün kontrolüne bıraktığında, o insan toplum için de diğer insanların yaptıklarını yaptığında yani kültürün şartladığı birtakım tarz haline gelmiş yolları izlediğinde sosyalleşmiştir". Bilin diği gibi, kültür-kişilik ilişkisi bebeldikten itibaren başlar. Hangi toplumda ve iklimde olursa olsun her yeni doğan çocuk çaresizdir, dışardan verilecek bakıma son derece bağımlıdır.

Fakat, çocuğa verilen bakım tarzı toplumdan topluma, aileden aileye büyük çapta değişmektedir. Kişilikler arasındaki farkları açıklayabilmek için, bü farklı bakım tarzlarının gelişme üzerindeki etkilerini bilmemiz gerekmekte dir. Kalıtsal özellikler nasıl ber yeni doğan çocuğun birbirinden farklı olmasını sağlıyorsa, çocuğa bakım tarzları da bu doğal farklılıkların artmasına ya da azalmasına neden olmaktadır. Her toplumda aileden aileye bakım ve yetiştirme yöntemleri olmakla birlikte, belli bir toplum içinde bunlar, bazı ortak özellikler taşımakta (geleneklerde oldu ğu gibi) ve toplumun bu ortaklaşılar özellikleri ve gelenekleşmiş tutu mları, çocuk kişiliğine sindirilmektedir. Bu yüzden " Milli karakter", bir "Temel kişilik yapısı", bir "Modal karakter" den söz edilmektedir.

Her topluma ait bireylerin çeşitli özellikleri doğal ve kalıtsal koşullardan ortaya çıkabileceği gibi, ortak toplumsal yaşantılardan ve kültürden de doğmaktadır. Bir toplum bireylerinin ortak yaşantı ları arasında en başta bir yer tutan çocuk yetiştirme geleneklerinin kişilik gelişmesinde önemli bir konu olduğu gerçektir. Çevresel etkenler arasında çocuk yetiştirme tarzlarını toplumun öbür kurumlarından, gelenek, inanç, ekonomi ve politikasından kesinlikle ayırmaya imkan olmadığını ve hepsinin birbirini karşılıklı olarak etkilediğini de belirtmek yerinde olur. Kültürden kültüre değişen bakım ve yetiştirme yollarına dikkat edilince, bunların bazılarının çocuğun bir döneme ait gereksinimlerini karşıladıkları, bazılarının da dönem ihtiyaçlarını ileri derecede engelledikleri ya da yeni sorunlar çıkardıkları görülmektedir.


Öncelikle geleneksel yetiştirme tarzları, o toplumda istenilen kişiliğin biçim almasına büyük etken olmakla birlikte bilinen bazı bilimsel gerçeklerle de çeliştikleri göze çarpmaktadır. Oral dönemde, çocuk toplumun ilk temsilcisi olan annesi aracılı ğıyla çeşitli bakım ve yetiştirme tarzları ile temasa gelmektedir. Bu temasın çeşitli yönleri kolaylık olsun diye, beslenme, kundaklama, gibi alanlarda ele alabiliriz.

Yeni doğan çocuğun besleniş tarzı, kültürel alış-verişinde ilk ya şantılardan biridir. Süt veriş biçimi, süresi, zamanının ayarlanması kültürden kültüre değişmektedir. Amerikalı antropolog Margaret Mead'de, çocukta karşılaşılan beslenme ve bakım tarzlarının yetişkin kişiliği üzerindeki rolünü göstermek için, ilkel toplumlarda yaptığı araştırmalarda, önemli bulgular yayınlamıştır. Yeni Gine'nin ARAPEŞ yerlileri yumuşak, nazik cömert ve iyimser insanlardır. Mead'e göre bu yerliler arasında çocukların aynı özellikle büyümesi basit bir taklit sonucu olmaz.

Bu yerliler besinin fazla olmadığı verimsiz bir toprakta yaşamalarına karşın, hiç istifçilik yapmamakta, çocuklarını bolluk ve şevkatle büyütmektedirler ve çocukların yetişkin hayatta aynı özellikleri devam ettirmesi bu bakım tarzına bağlıdır.

Öbür yandan, aynı ırktan olan MUNDUGUMOR kabilesinde ise çocuklar yoksunluk ve haşinlikle bakılmakta olup, bu yerliler sert, kavgacı, sabırsız ve güvensiz kişilerdir. Sosyal antropoloji. kişilik alanında araştırmametodolojisi bakımından yenilik getiren WHITING ve CHILD , 200 kadar değişik toplum hakkındaki etnografik bilgileri oral, anal, cinsel, saldırganlık ve bağımsızlık eğitimleri bakımından tasnif etmişler ve elde ettikleri bulguları, bu toplumlarda hastalıkları anlatmak için kullanılan yorumlarla karşdaştırmışlardır. Bu araştırmadan çıkan sonuca göre, çocuklarında yüksek "beslenme kaygısı" olan toplumlarda yetişkinlerin kullandıkları hastalık yorumları daha çok beslenme ile ilgili "oral yorumlar"dır. WHIT ING ve CHILD ' a göre çocukluk çağında karşılaşdan beslenme kaygıları, yetişkinlerin çeşitli inanç, görüş ve davranışlarında belirli olmaktadır.

Gerçekten de annelerin çocuğu sütten kesme zamanını bir stres çağı olarak kabul ettikleri görülür.

Sütten kesme tarz ve zamanının özel etkileri üzerinde yapılan araştırmalar yeterli değildir. Bu noktada da sütten kesme tarzı ve zamanının özel bir etken olmaktan ziyade, çocuğa bakanların genel tutumlarına ve genel bakım örneğine (pattern) bağlı bir etki yapacağı ileri sürülmektedir. Nitekim çok yumuşak ve yavaş bir biçimde sütten kesme tarzlarından en acı ve sert bir biçimde kesilmeye kadar çeşitli yöntemlerin kullanıldığı toplumlar vardır.


Bir anne memesine biber sürerek çocuğunu memeden keserken (Türk ve Japon geleneksel kesiminde olduğu gibi) onun başka ihtiyaçlarını yeterli bir biçimde karşılayabilir ve böylelikle yalnızca sütten kesme tarzı dolayısıyla çocuk çevresine annesine karşı olumsuz bir tutum geliştirmeyebilir.

Kundaklama ve çeşitli bağlama biçimlerinin çocuğun gelişmesin de etkili olduğu bilinmektedir. DENNIS ve DENNIS küçük çocukları bir beşik tahtasına sıkı sıkıya bağlayarak büyüten HOPI Kızılderili çocukları ile bağlama geleneğini bırakmış başka HOPI çocukları arasında motor gelişme bakımından ayrılık olmadığını göstermişlerdir.

Antropologlar arasında oldukça ilgi çeken kundaklama üzerinde duran GORER'e göre Rus halkının kuvvetli bir lidere boyun eğmesi, çocukluk çağında kundaklanmış olmasına bağlıdır. GORER , Rus karakterinde "bağlanmayı kabul edersem süt alırım" temasının temel olduğunu söylemektedir, Mead ve Kluckhohn ise, kundağın kişilik geüşmesinde rolü olabileceğini kabul etmekle beraber, Gorer'in spesifik açıklamalarını aşırı bulmaktadırlar. Rut h Benedict'de Doğu Avrupa ülkelerindeki kundaklama geleneğinin oldukça değişik örnekler gösterdiğini ve bunların herbirinde çocuğa iletilen duygu ve tutumun farklı olduğunu göstermektedir.


Örneğin, Ruslar çocuğun kendi kendisini inciteceğine inandıklarından çocuklarını bizzat kendisinden korumak için kundaklarken, Polonya'hlar çocuğu çok yumuşak ve zayıf görerek onu "sertleştirmek" için kundağın gerektğiline inanırlar. O halde Benedict'e göre, kundağın bütün toplumlar için ortak bir etkisi olamaz zira çocuk üzerindekk etkileri kundağın yapılış amacına bağlı olarak değişebilir.

Beslenmede olduğu gibi, anal eğitimde toplumdan topluma değişen bir çok tarzlar ve uygulama zamanları vardır. Anne babasının üzerine dışkılasa ve işese bile hoşgörü ile karşılayan bazı Güney Amerika yerlilerinden, çocukları 2-3 aylık iken çok sıkı ve cezalı bir eğitime tabi tutan Madagaskar'ın TANALA yerlilerine kadar çeşitli tarz zaman ve şiddetli tuvalet terbiyesi yöntemleri vardır. Aşırı ceza ile uygulanmasa bile, tuvalet eğitimi Batı toplumunda yani Avrupa ve Amerika'da da üzerinde en çok durulan terbiye konularından biridir.


Tuvalet eğitimi toplumdan topluma farkhhk gösterdiği gibi bir toplumun çeşitli tabakaları arasında da açık farklar göstermektedir. Bu farklılıkların kişüik gelişmesi üzerindeki etkileri neler olabilir? Gorer'in Japonlardaki aşırı düzen, titizlik ve kontrol ihtiyacını sıkı anal eğitime bağladığı ve bu eğitimin gevşek olduğu toplumlarda titizlik ve düzenliliğin Japonlardaki kadar belirgin olmadığını bildirmektedir.

Whiting ve Child araştırmalarında, çocuklarında yüksek "anal-sosyalizasyon" gösteren toplumlarda, hastalık yorumlarının daha çok anal özellikle taşıdığını görmüşlerdir.

Çocuk doğduğu andan itibaren hatta doğumdan önce dahi, erkek ya da dişi oluşuna karşı toplumun verdiği değer ve tutumlarla karşı laşmakta ve bunlar çocuğun bakılma tarzına hiç şüphesiz etki yapmak tadır. Örneğin, erkek çocuğun daha uzun süre meme alması, daha fazla bakım görmesi her kültürde sıkça rasladığımız bir durumdur.

O Çocuğun cinsel benliğini tamamlaması hiç şüphesiz toplum içinde erkekliğe ve dişiliğe verilen,' atanan rollerin gelişmesi ve sindirilmesi suretiyle olmaktadır. FREUD ' un dikkati çektiği gibi, biyolojik cinsel farklılıkların çocuk tarafından algılanması, hiç şüphesiz cinsel benliğin gelişmesinde önemli bir adımdır.



Fakat bu dönemden çok daha önce de erkek ve kız çocuk ayrı ayrı tutumlar ve davranışlarla karşılaştığında bunların da çocuk benliği üzerinde izler bırakacağı açıktır.

O halde cinsel benliğin ayrışması derken, çocuğun kendi cinsiyetini tanıması kadar, toplum içinde o cinsiyetin gerektirdiği psikolojik ve kültürel özelliklerinde kazandması, cinsel bir rolün benlik içinde sin dirilmesi de söz konusudur. Yani kadm-erkek farklılığı büyük ölçüde, cinsiyete değil, kültürel şartlanmaya (enkültürasyona) bağlıdır. Mead'in incelediği Yeni Gine yerlilerinden Arapesh'ler genel olarak bizim de ğerlerimizle kadınsı bir toplumdur. Kadınlar ve erkekler aynı derecede pasif, nazik ve yumuşak olup, ev işleri ve çocuk yetiştirmede ortaklaşa görev görürler.


Çocuklar arasında büyük cinsiyet ayrılıkları gözetil mez ve benimseme örnekleri olarak anne-baba rolleri arasında kesin farklar yoktur. Buna karşılık Mundugumor yerlilerinde erkekler ve kadınlar bizim ölçülerimizle daha çok erkek rolünü benimsemişlerdir ve her iki cinsiyet de gene aralarında derin bir cinsel işbölümü olmaksızın erkeksi bir biçimde yetiştirilmektedir.


Öte yandan Tchambuli terli lerinde ise kadınlar saldırgan, hakim bir rol oynarlarken ve toplum işlerini ellerinde tutarlarken, erkekler bizim ölçülerimizle kadın rolünü benimsemiş durumdadırlar. Erkekler çocuklara bakar, ev işlerini görürler ve hatta karıları çocuk doğururken evin bir köşesine çekilerek karıları gibi doğum sancıları çekecek kadar kadın rolüne girerler.

Özetlersek, Arapesh kültüründe kadınlar ve erkekler, Batı toplumundaki KADINLAR gibi, Mundugumor kültüründeki kadınlar ve erkekler ise batıdaki ERKEKLER gibi Tchambuli kültüründe ise kültürel roller ve ilişkiler batı geleneklerine göre, cinsel yönden ters kişilere verilmişti . Kadınlar batıdaki ERKEKLER , erkekler ise batıdaki KADINLAR gibi davranıyorlardı. Mead'in bulguları, cinsel iş bölümünü doğrulayan kendine özgü örnek olaylar değil, kadın erkek farklarının çoğun lukla kültürel, yani öğretilmiş olduğunu gösterir.1 2 Kadının "korkaklığı " ve erkeğin "cesareti" kültürel öğretilerdir.

Antropolog ve psikologların bebeklik ve çocukluktan sonra üstüne eğildikleri çağ, ergen çağ grubudur.


Bu çağ insanlıkta biyolojik, psikolojik, sosyolojik ve kültürden gelme etmenlerin kendini en belirgin olarak gösterdiği çağdır. 20. yüzyılın başına dek ergenlik çağı ile ilgili davranışlar biyolojik ve fizyolojik değişmelere bağlanmıştı. Son 50 yılda yapılan sosyal antropolojik, sosyolojik ve psikolojik araştırmaların sentezi ergenin gelişiminin kültürden etkilendiğini göstermiştir. Şöyle ki sadece biyolojik etkiler ergen çağına tek olarak tesir et seydi bütün kültürlerdeki bireyler aynı davranışı gösterirlerdi. Ergen ve kültürel etkilerin karşılıklı görüldüğü çağdır. Ergenlik çağında fizyolojik değişiklikler yanın da cinsel olgunlaşma ve psikolojik bakımdan zihinsel gelişme bunların yanında sosyo - kültürel bakımdan sorumluluklara doğru yoğun bir hazırlanma görülür. Yetişkin sorumluluğuna hazırlanma süreci mahiyet ve süre bakımından toplumdan topluma farklılı k gösterir.

Bedensel olgunlaşmanın artış gösterdiği çağda büyüme biyolojik kapasitenin ve çevre koşullarının ve yine kültürün etkisindedir. Aynı biçimd e , psikolojik olgunlaşma da çevre kültürü tarafından gelişmeyi hızlandıracak zihinsel ve kültürel uyarıcı imkanlarının sağlanmasına bağlanır.


Bu çağda insanları n sahip oldukları sözünü ettiğimiz bu yetenekler her kültürde farklıdır . Bu devre kültür normlarının etki ettiği bir devredir. Ergenin zihinsel fonksiyonunun gelişmesi içinde bulunduğu kültürdeki gerekli uyarıcılara yani kültürün yeterli olmasına bağlıdır. Ergen bu çağda kültürün etkisindedir. Ergenlik çağındaki kültür etkisini incelerken cinsi olgunluğuda dikkate almamız gerekir. Ergenlikte birey cinsiyetinin gereği olarak sosyal rolünü öğrenir. Gerçekte birey bu rolünü çocuklukta öğrenmektedir . Cinsiyet farkları ve temeli buna dayanan farklı davranışlar da kültürden kültüre değişir.


PICHER , Afrika ' da genç kız ve erkeklerde ki rollerin diğer kültürlerden farklı olduğunu belirtir. Genç kız flört eder ve hamile kalabilir. Biz de yada bazı kültürlerd e cinsiyet gereği tanınan roller farklıdır . Bir A kültürü için ergen gruba yüklenen davranışı bir B kültürün de bulmak mümkün değildir . Cinse dayanan davranışlara biyolojik olgunlaşma etki ediyorsa da bir takım psiko-sosyal ve kültürel etmenlerde büyük rol oynarlar. Örneğin , Samoa Adası yerlilerind e yapılan araştırmalar cinsel sapıklıkların çoğunun kromozon ve benzeri gibi biyolojik hususlardan ziyade kültürle ilgili olduğunu göstermiştir .

Ergenjik çeşitli toplumlar da farklılıklar gösterir. O halde biyolojik buluğ olayından bahsetmek hatalıdır . Buluğ toplumsal bir olaydır.

Bir çok ilkel toplumlar da yapılan törenler çocuğun yeni yetişkinlik statüsünü tanımak üzere yapılır . Geçiş törenleri ( initi ation) buluğ çağı törenleridir. Bu noktadan buluğ biyolojik anlamını yitirmektedir .

Kuzey Amerika yerlilerinde yetişkin savaşçı anlamına gelir. Çocukluktan gençliğe gerçerken savaşta başarı kazanmak üzere majik törenler yapılır. Adaya bir tür ameliyat biçiminde ağır işlemler uygulanır. Bu törenin sonunda aday yetişkin adını alır. Benedict , yaptığı araştırmalar sonucunda buluğ çağının erkekler ve kızlar için toplumsal bir olayın işareti olduğunu saptamıştır. Bu çağda fizyolojik bakımdan kadın ve erkek hayatında farklılıklar vardır. Ancak, eğer fizyolojik olay dolayısıyla bu törenlerin yapılması gerekseydi bütün toplumlarda kızlar içinde görkemli törenlerin yapılması gerekirdi. Oysaki her kültürde erkeklere ilişkin olarak bu çeşit törenlerin yapıldığına ve önem verildiğine göre törenler fizyolojik olaya ilişkin olarak görülmemektedirler. Bu törenlerin kız ve erkeğe birlikte uygulananlarına İngiliz Kolcmlna'sında rastlamaktayız.

Malinowski'nin saptadığına göre, Trobriandadası yerlilerinin ergenlik davranışıyla Samoa Adası'nda ergene tanınan davranışlar arasında benzerlikler görülmektedir.
 
Üst Alt