Makber Şiirinin Tahlili
Makber
1
Eyvâh!.. ne yer ne yâr kaldı,
Gönlüm dolu âh ü zâr kaldı.
Şimdi buradaydı gitti elden,
Gitti ebede, gelip ezelden.
Ben gittim, o hâk-sâr kaldı,
Bir gûşede târ-mâr kaldı;
Bâkî o enîs-i dilden, eyvâh!..
Beyrut’da bir mezâr kaldı.
2
Nerde arayım o dil-rübâyı?..
Kimden sorayım o bî-nevâyı?..
Bildir bana nerde, nerde yâ Rab?..
Kim atdı beni bu derde yâ Rab?..
Derler ki: “Unut o âşinâyı,
Gitti, tutarak reh-i bekâyı”
Sığsın mı hayâle bu hakîkat?..
Görsün mü gözüm bu mâcerâyı?..
3
Sür’atle nasıl değişti hâlim?..
Almaz bunu havsalam, hayâlim.
Bir şey görürüm, mezâra benzer,
Baktıkça alır, o yâra benzer.
Şeklerle güzâr eder leyâlim,
Artar yine mâtemim, melâlim.
Bir sadme-i inkılâbdır bu,
Bilmem ki yakın mıdır zevâlim?..
4
Çık Fâtıma lahddan kıyâm et,
Yâdımdaki hâline devâm et,
Ketmetme bu râzı, söyle bir söz…
Ben isterim âh, öyle bir söz…
Güller gibi meyl-i ibtisâm et,
Dağ-ı dile çâre bul, merâm et;
Bir tatlı bakışla, bir gülüşle
Eyyâm-ı hayâtımı tamâm et.
5
Yâ Rab bana bir melek ıyân et,
Bir de beni öyle imtihân et:
Doğsun göreyim o mâh yerden,
Nûrun çıka ey İlâh yerden,
Maksûd-ı hayâtı dermiyân et,
Ferdâ-yı beşer nedir, beyân et!
Ya fikrimi rûhuna kıl îsâl,
Ya rûhumu hâkine revân et.
6
Derd oldu mukîm, çâre gitti,
Gûyâ vatanım kenâre gitti;
Ben gurbet-i dâimîde kaldım,
Bir türbe-i bî-ümîde kaldım.
Ufkumdan o mâh-pâre gitti,
Bir matla-ı şeb-nisâre gitti…
Gördüm yüzünü misâl-i zulmet,
Matla’ ona bir sitâre gitti.
7
Gördüm yüzünü türâb içinde,
Geldim aradım kitâb içinde.
Bir hâb gelir o, dîdeden dûr,
Gitti diyemem mezâra ol nûr,
Bu sıfr nedir hisâb içinde?
Erkâm ona inkılâb içinde.
Bir hîçî-i zî-vücûd, yâhûd
Bir kabrdir ıztırâb içinde.
8
Makber, sonudur dekâyıkın bu,
Bir sırr-ı garîbi Hâlık’ın bu,
Bir nûr ki meyledince hâba,
İnmekte şu bir yığın türâba.
En yükseğidir şevâhıkın bu,
En müthişidir hakâyıkın bu.
Bed-baht, o hakîkat anlaşılmaz,
Şânın bu, cihânda lâyıkın bu!..
9
Tecdîd kılıp harâb şi’rim,
Destinde bulurdu tâb şi’rim.
Zihnimdeki fikre yâr olurdu,
Gaybeylediğim sözü bulurdu.
Anlardım olur kitâb şi’rim
Ettikçe yazıp hisâb şi’rim.
Şâ’irliği gayri neyleyim ben?
Olsun dilerim türâb şi’rim.
10
Gitti nazarımdan, âh gitti…
Bî-maksad ü bî-günâh gitti.
Her ferd cihânda birdir ammâ
Bir tane değildir öyle, hâşâ!
Bir tâne idi o mâh gitti,
Aylarca olup tebâh gitti,
Görsem yeridir seni karanlık,
Nûrum benim ey İlâh gitti.
11
Ey yâr, şu nev-bahâr sensin.
Ben anlıyorum ki yâr sensin
Ettikçe nigâh bahr u behre,
Birden sanırım bazı kerre,
Meşcerdeki rûzgâr sensin
Ağlar, derim, eşkbâr sensin
Türben görününce anlarım ki
Öldüm, bana türbedâr sensin.
12
Sâfil semavâtı cây edinsin,
Teşhir olunup ecel tepinsin.
Bin velvele, bin kıyamet olsun;
Bin zelzele bir inayet olsun;
Mahşer tozarak mezara binsin
Çarpıp küreler kırılsın insin;
Yağsın nesi varsa kâinatın…
Lâkin bu derin sükût dinsin!..
Abdülhak Hamit Tarhan
Gümümüz Türkçesi ile
Eyvah! Ne yer ne sevgili kaldı,
Gönlüm acı ve ağlamayla dolu kaldı.
Şimdi buradaydı gitti elden,
Gitti ebede (sonsuzluğa), gelip ezelden(başlangıcı olmayan geçmiş)
Ben gittim (döndüm), o toprakta kaldı,
Bir köşede darmadağın kaldı.
Eyvah! O gönül dostundan geriye
Beyrut’ta bir mezar kaldı.
2
O gönül çalanı nerde arayım?
O çaresizi kimden sorayım?
Bana bildir, o nerede ya Rab?
Kim attı beni bu derde ya Rab?
Derler ki: “ O tanıdığı unut,
O sonsuzluk yolunu tutup gitti.”
Sığsın mı hayale bu gerçek?
Görsün mü gözüm bu macerayı?
3
Nasıl süratle değişti halim?
Kavrayamaz bunu (ne) aklım (ne) hayalim.
Bir şey görürüm mezara benzer.
Baktıkça alır, o sevgiliye benzer.
Gecelerim şüpheler içinde geçer,
Artar yine matemim, üzüntüm.
Bu insanı alt üst eden bir darbedir,
Bilmem ki yakın mıdır sonum?
4
Çık Fatma mezarından doğrul,
Anılarımdaki haline devam et.
Bu sırrı (ölüm) saklama söyle bir söz.
Ben isterim ah, öyle bir söz.
Güller gibi gülümsemeye devam et,
Gönül yarasına bir çare bulmayı iste;
Bir tatlı bakışla, bir gülüşle
Ömrümün kalan günlerini tamam et.
5
Ya Rab! Bana bir melek göster,
Beni bir kere de böyle imtihan et (sına).
Doğsun göreyim o ay (sevgili) yerden,
Nurun (kutsal ışık) çıksın ey İlâh yerden.
Yaşamın amacını ortaya çıkar (açıkla),
İnsanlığın geleceği nedir? İzah et.
Ya fikrimi (onun) ruhuna ulaştır,
Ya ruhumu (onun) toprağına yolla.
6
Dert yerleştikçe yerleşti, çare gitti,
Güya vatanım kenara (uzaklara) gitti
Ben sonsuz gurbette kaldım,
Ümitsiz bir türbede kaldım.
O ay parçası ufkumdan silinip gitti,
Sabahı olmayan karanlıklara gitti.
Onun karanlık benzeri yüzünü gördüm,
Bir yıldız gibi batıp gitti.
7
Onun toprak içinde yüzünü gördüm,
Geldim, aradım kitap içinde.
Bir uyku gelir o, gözden uzak
Gitti diyemem mezara o nur (sevgili).
Bu sıfır neyse hesap içinde?
Bütün rakamlar ona dönüşür.
Bir yokluk içinde varoluş yahut
Bir mezardır ıstırap içinde.
8
Bu mezar, dakikaların sonudur,
Bu Yaradan’ın garip bir sırrıdır.
Bir nur (Fatma) uykuya yönelince (ölünce),
Şu bir yığın toprağa inmekte.
Bu tepelerin en yükseğidir,
Bu gerçeklerin en dehşetlisidir.
Bahtsız, o gerçek anlaşılmaz,
Şanın bu, sana uygun görülen bu.
9
Benim harap şiirim seninle yenilendi,
Güçsüz şiirim senin elinde can bulurdu.
Zihnimdeki fikre dost olurdu,
Kaybettiğim bir sözü bulurdu.
Şiirimin kitap olacağını anlardım
O hesap ettikçe yazdığım şiirimi.
Artık ne yapayım ben şairliği,
Dilerim artık şiirim yere batsın.
10
Gitti gözümün önünden, ah gitti…
Gayesiz ve günahsız gitti.
Her fert dünyada birdir ama
Bir tane değildir öyle (onun gibi) asla!
Bir tane idi o ay (sevgili) gitti,
Aylarca mahvolup gitti.
Görsem yeridir seni karanlık,
Işığım benim ey İlah, o gitti.
11
Ey sevgili, şu ilkbahar sensin.
Ben anlıyorum ki sevgili sensin.
Denize ve karaya baktıkça,
Birden sanırım ki bazı kere,
Ağaçlıktaki rüzgâr sensin.
Ağlar, derim gözyaşı döken sensin
Türben görününce anlarım ki
Öldüm, bana türbedar sensin.
12
Aşağılar, gökleri yer edinsin (yer gök birbirine girsin)
Ecel ortaya çıkıp tepinsin.
Bin gürültü, bin kıyamet olsun;
Bin zelzele, bir ihsan (iyilik) olsun
Mahşer (kıyamet günü ölülerin toplanacağı yer) tozarak mezara binsin
Çarpıp küreler (gezegenler) kırılsın insin;
Yağsın nesi varsa kâinatın…
Lâkin bu derin sükût (sessizlik) dinsin!
Şiir Hakkında
Şair, genç yaşta veremden ölen eşinin ardından yazdığı şiirinde ölüm karşısında duyduğu şaşkınlık, acı, özlem gibi duygularının yanında ölümle ilgili görüş ve düşüncelerini de dile getirmektedir.
Makber, 295 bent, 2360 mısradan oluşmaktadır. Ölüm konusunda o döneme kadar yazılan en uzun şiirdir.
Şiirin Biçim Yönünden İncelenmesi
Nazım şekli: Serbest nazımdır. Şiir, biçim özellikleri bakımından pek çok türe (mersiye, mesnevi, terkib-i bend vb.) benzetilmekle birlikte, hepsinden farklı özelliklere sahiptir.
Nazım birimi: Benttir. Şiir, beyit esasına göre yazılmakla birlikte sekizer mısralık bentlerden oluşmuştur.
Uyak düzeni:
Her bendin birinci, ikinci, beşinci, altıncı ve sekizinci mısraları kendi aralarında; üçüncü ve dördüncü mısralar da kendi aralarında uyaklı; yedinci mısra serbesttir.
Şöyle ki; her bent “ aa / bb / aa / ca” biçiminde sıralanmaktadır.
Ölçüsü: Şiir, aruz ölçüsünün “mef’û lü / me fâ i lün / fe û lün” kalıbıyla yazılmıştır.
Ahenk Unsurları (Uyak ve Redifler)
1
a ---yâr kaldı
a ---âh ü zâr kaldı
b ---elden
b ---ezelden
a ---hâk-sâr kaldı
a ---târ-mâr kaldı
c ---eyvâh
a ---mezâr kaldı
“kaldı” redif; “-âr” zengin uyak (-â’lar iki ses değerindedir)
“-den” redif; “-el” tam uyak
2
a ---dil-rübâyı
a ---bî-nevâyı
b ---nerde yâ Rab
b ---derde yâ Rab
a ---âşinâyı
a---reh-i bekâyı
c ---hakîkat
a ---mâcerâyı
“-yı” redif; “-â” tam uyak
“yâ Rab” redif; “-erde” zengin uyak
3
a ---hâlim
a ---hayâlim.
b ---mezâra benzer
b ---yâra benzer
a ---leyâlim
a---melâlim
c ---inkılâbdır bu
a ---zevâlim
“-im” redif; “-âl” zengin uyak
“-a benzer” redif; “-âr” zengin uyak
4
a ---kıyâm et
a ---devâm et
b ---söyle bir söz
b ---öyle bir söz
a ---ibtisâm et
a ---merâm et
c ---gülüşle
a ---tamâm et
“et” redif; “-âm” zengin uyak
“bir söz” redif; “-öyle” zengin uyak (tunç uyak)
5
a ---ıyân et
a ---imtihân et
b ---mâh yerden
b ---İlâh yerden
a ---dermiyân et
a---beyân et
c ---kıl îsâl
a ---revân et
“et” redif; “-ân” zengin uyak
“yerden” redif; “-âh” zengin uyak
6
a ---çâre gitti
a ---kenâre gitti
b ---dâimîde kaldım
b ---bî-ümîde kaldım
a ---mâh-pâre gitti
a ---şeb-nisâre gitti
c ---misâl-i zulmet
a ---sitâre gitti
“gitti” redif; “-âre” zengin uyak
“kaldım” redif; “-mîde” zengin uyak
7
a ---türâb içinde
a ---kitâb içinde
b ---dîdeden dûr
b --- ol nûr
a ---hisâb içinde
a ---inkılâb içinde
c ---yâhûd
a ---ıztırâb içinde
“içinde” redif; “-âb” zengin uyak
“-ûr” zengin uyak
8
a ---dekâyıkın bu
a ---Hâlık’ın bu
b ---hâba
b ---türâba
a ---şevâhıkın bu
a ---hakâyıkın bu
c ---anlaşılmaz
a ---lâyıkın bu
“-ın bu” redif; “-ık” tam uyak
“-a” redif; “-âb” zengin uyak
9
a ---harâb şi’rim
a ---tâb şi’rim
b ---olurdu
b---bulurdu
a ---kitâb şi’rim
a ---hisâb şi’rim
c ---neyleyim ben
a ---türâb şi’rim
“şi’rim” redif; “-âb” zengin uyak
“-urdu” redif; “-l” yarım uyak
10
a ---âh gitti
a ---bî-günâh gitti
b ---ammâ
b ---hâşâ
a ---mâh gitti
a ---tebâh gitti
c ---karanlık
a ---İlâh gitti
“gitti” redif; “-âh” zengin uyak
“-â” zengin uyak
11
a ---nev-bahâr sensin
a ---yâr sensin
b ---behre
b ---kerre
a ---rûzgâr sensin
a ---eşkbâr sensin
c ---anlarım ki
a ---türbedâr sensin
“sensin” redif; “-âr” zengin uyak
“-re” tam uyak
12
a ---edinsin
a ---tepinsin
b ---kıyamet olsun
b ---inayet olsun
a ---binsin
a ---insin
c ---kâinatın
a ---dinsin
“-sin” redif; “-in” tam uyak
“olsun” redif; “-et” tam uyak
Şiirdeki Diğer Ahenk Unsurları
Şiirdeki asonansların büyük bir kısmı “â” sesinin kullanılmasıyla sağlanmıştır. Bentler incelendiğinde şiirde bulunan zengin uyakların büyük bir kısmının “â” sesini barındırması (-âyı, -âl, -âra, -ân, -âre, -âb, -âh vb.) dışında dizelerin başlarında ya da ortalarındaki kelimeler içinde de “â” sesinin kullanıldığını görüyoruz.
Şiirin ahengini sağlayan kelime tekrarlarına da sıkça rastlamaktayız. Bunlardan bazıları redif olarak karşımıza çıkar. “Kaldı, bu, gitti, et, eyle, olsun, sensin” vb. ancak bu kelimelerden en çok “gitti” kelimesi tekrarlanıyor. Bu kelimenin çok tekrar edilmesi sadece ahenkle değil içerikle de ilgilidir.
Şiirin teması: “Ölüm”dür.
Şiirin Anlam Yönünden İncelenmesi (Açıklama – Yorum)
Abdülhak Hamid’in Makber adlı eseri “Mukaddime” den sonra başlar. Mukaddime (önsöz) Abdülhak Hamid’in şiir anlayışını da yansıtması bakımından bir belge niteliği taşır.
En güzel, en büyük, en doğru şiir, hakîkat-ı müdhîşenin (ürpertici gerçek) tazyiki (basıncı) altında hiçbir şey söylememektir. Makber ise hitabet ediyor.
İnsan, bazı kere, hatırına gelen bir hayali tanıyamaz, o kadar güzeldir. Zihninde uçan bir fikre yetişemez, o kadar yüksektir. Kalbinde doğan bir hissi bulamaz, o kadar derindir. Bu acz ile bir feryad koparır, yahud pek karanlık bir şey söyler, yahud hiçbir şey söyleyemez de kalemini ayağının altına alıp ezer. Bunlar şiirdir.”
Şiir, “Mukaddime”den sonra “Eyvah!.. ne yer ne yâr kaldı” dizesiyle başlar ve 295 bent, 2360 mısra olarak devam eder.
Seçilen 12 bendin tahlili:
1
Eyvâh!.. ne yer ne yâr kaldı,
Gönlüm dolu âh ü zâr kaldı.
Şimdi buradaydı gitti elden,
Gitti ebede, gelip ezelden.
Ben gittim, o hâk-sâr kaldı,
Bir gûşede târ-mâr kaldı;
Bâkî o enîs-i dilden, eyvâh!..
Beyrut’da bir mezâr kaldı.
Eyvah! Ne yer ne sevgili kaldı,
Gönlüm acı ve ağlamayla dolu kaldı.
Şimdi buradaydı gitti elden,
Gitti ebede (sonsuzluğa), gelip ezelden(başlangıcı olmayan geçmiş)
Ben gittim (döndüm), o toprakta kaldı,
Bir köşede darmadağın kaldı.
Eyvah! O gönül dostundan geriye
Beyrut’ta bir mezar kaldı.
Şair, bu bentte eşinin ölümünden doğan boşluğu ve üzüntüyü dile getirmektedir. Şiirin ilk sözü “eyvâh” kelimesinde nida sanatı vardır.
Abdülhak Hamit, “tezat sanatı” yapmayı sever. Bu sanatta kelime ve kavramlar zıt anlamlılarıyla birlikte kullanılır. Makber’de bunun örneklerine çokça rastlıyoruz. Bu bentte tezat oluşturan pek çok kelime görülür: “Gitti ebede, gelip ezelden / Ben gittim o hâk-sâr kaldı” dizelerinde “gitme-gelme-kalma” kelimeleri arasında tezat vardır. Şair, bu tezatları duygu ve düşüncelerini ifade etmek amacıyla kullanıyor. Şaire göre ölen eşi ezelden gelip ebede gitmiştir. Bu kelimeler kâinatın başlangıcı ile sonunu ifade eder. Zamanın iki zıt yönünü ifade eden bu kelimeler arasında da tezat sanatı vardır. Ezelden ebede gitmek anlam olarak da ruhun ölümsüzlüğüne işaret etmektedir. Ruh başka bir âleme göç ederken beden dünyada kalmaktadır.
Şairin eşi veremdi. İstanbul’a dönerlerken Beyrut’ta öldü. Şair, eşini toprağa verdikten sonra İstanbul’a döndü. “Ben gittim o hâk-sâr kaldı” dizesi bu zıt durumun ifadesidir. Burada şair, sevilen bir insandan ayrılışı, ölen insanla hayatta kalan insan arasındaki tezadı belirtiyor.
Şair, ölümden duyduğu şaşkınlığını “Şimdi buradaydı gitti elden” dizesiyle dile getiriyor. Burada da tezat sanatını kullanarak nasıl bir boşluk içine düştüğünü vurguluyor. Bu boşluktan geriye kalan acı ve üzüntü, şairin gönlünü doldurmaktadır.
Bu bentte kısaca şair, feryat ve ıstırap içinde sevgili eşinin öldüğünü ve mezarının da o zaman vilayetimiz olan Beyrut’ta bulunduğunu belirtiyor.
2
Nerde arayım o dil-rübâyı?..
Kimden sorayım o bî-nevâyı?..
Bildir bana nerde, nerde yâ Rab?..
Kim atdı beni bu derde yâ Rab?..
Derler ki: “Unut o âşinâyı,
Gitti, tutarak reh-i bekâyı”
Sığsın mı hayâle bu hakîkat?..
Görsün mü gözüm bu mâcerâyı?..
O gönül çalanı nerde arayım?
O çaresizi kimden sorayım?
Ya Rab, bana bildir, o nerede?
Kim attı beni bu derde ya Rab?
Derler ki: “ O tanıdığı unut,
O sonsuzluk yolunu tutup gitti.”
Sığsın mı hayale bu gerçek?
Görsün mü gözüm bu macerayı?
Şair bir taraftan sevgiliyle geçirdiği güzel günleri anarken diğer taraftan da onu kaybetmenin acı ve üzüntüsüyle derin bir ıstırap duymaktadır. Ölüm gerçeğini kabullenmede zorluk çeken şair, Rabbine sorular sorarak ölümün gerçek anlamını öğrenmeye çalışıyor.
Şair, “Nerde arayım o dil-rübâyı” dizesinde bildiği şeyi bilmezlikten geliyor. Böylece tecahül-i arif (bilip de bilmezlikten gelme) sanatı yapıyor. Bu anlatım şairin girdiği bunalım ve şaşkınlık nedeniyle sürekli sorular sormasından kaynaklanıyor. Bendin 1.2.3.4.7.8. dizelerde istifham (soru sorma) sanatı vardır. 7. dizede mübalağa, tezat ve mecaz sanatları vardır. Şair, “Sığsın mı hayale bu gerçek?” diyerek hem duyduğu acıyı abartıyor, hem “gerçek” ve “hayal” kelimelerini bir arada kullanarak tezat yapıyor. “Hakikat” kelimesini ise mecaz olarak “ölüm” anlamında kullanılıyor.
3
Sür’atle nasıl değişti hâlim?..
Almaz bunu havsalam, hayâlim.
Bir şey görürüm, mezâra benzer,
Baktıkça alır, o yâra benzer.
Şeklerle güzâr eder leyâlim,
Artar yine mâtemim, melâlim.
Bir sadme-i inkılâbdır bu,
Bilmem ki yakın mıdır zevâlim?..
Nasıl süratle değişti halim?
Kavrayamaz bunu (ne) aklım (ne) hayalim.
Bir şey görürüm mezara benzer.
Baktıkça alır, o sevgiliye benzer.
Gecelerim şüpheler içinde geçer,
Artar yine matemim, üzüntüm.
Bu insanı alt üst eden bir darbedir,
Bilmem ki yakın mıdır sonum?
İnsan aklı pek çok şeyi anlar ve kavrar ancak kavrayamayacağı şeyler de vardır. Aklın yetersiz kaldığı yerde inanç devreye girer. İnancı zayıf olanlar tereddüt ve şüpheye düşerler. Ölüm gerçekten de insanı sarsan bir gerçektir. Şairin mezara baktıkça sevgiliyi görmesi ona olan özleminden kaynaklanmaktadır. Bu duygu insanı sarsan ve alt üst eden bir darbedir. Şairin acısı o kadar derindir ki ölümü düşünmeye başlar. Bendin ilk ve son dizelerinde istifham sanatı vardır.
4
Çık Fâtıma lahddan kıyâm et,
Yâdımdaki hâline devâm et,
Ketmetme bu râzı, söyle bir söz…
Ben isterim âh, öyle bir söz…
Güller gibi meyl-i ibtisâm et,
Dağ-ı dile çâre bul, merâm et;
Bir tatlı bakışla, bir gülüşle
Eyyâm-ı hayâtımı tamâm et.
Çık Fatma mezarından doğrul,
Anılarımdaki haline devam et.
Bu sırrı (ölüm) saklama söyle bir söz.
Ben isterim ah, öyle bir söz.
Güller gibi gülümsemeye devam et,
Gönül yarasına bir çare bulmayı iste;
Bir tatlı bakışla, bir gülüşle
Ömrümün kalan günlerini tamam et.
Şair, bu bentte ıstırabının dinmesi ve aklındaki soruların cevaplanması için ölen sevgilisine sesleniyor. Onun tekrar görünmesini, kendisine gülümsemesini ve acılarına çare olmasını istiyor. Şair, eşinin ölümüne inanmak istemiyor. Onu yaşayan haliyle hayal ediyor. Ölümün sırrını anlamaya çalışıyor.
Birinci dizede “tecahül-i arif” sanatı var. Şair sevgilinin mezardan çıkması isteğini güzel bir nedene bağlıyor. Geçmişte yaşadıkları güzel günlere dönmek istiyor. Bunun imkânsız olduğunu biliyor. Bu yüzden onu hiç olmazsa anılarındaki haliyle, hayalinde yaşatmak istiyor.
5
Yâ Rab bana bir melek ıyân et,
Bir de beni öyle imtihân et:
Doğsun göreyim o mâh yerden,
Nûrun çıka ey İlâh yerden,
Maksûd-ı hayâtı dermiyân et,
Ferdâ-yı beşer nedir, beyân et!
Ya fikrimi rûhuna kıl îsâl,
Ya rûhumu hâkine revân et.
Ya Rab! Bana bir melek göster,
Beni bir kere de böyle imtihan et (sına).
Doğsun göreyim o ay (sevgili) yerden,
Nurun (kutsal ışık) çıksın ey İlâh yerden.
Yaşamın amacını ortaya çıkar (açıkla),
İnsanlığın geleceği nedir? İzah et.
Ya fikrimi (onun) ruhuna ulaştır,
Ya ruhumu (onun) toprağına yolla.
Şair, bu bentte Rabbine seslenerek imtihan isteğinde bulunuyor. Şair, bazı şeyleri anlayamıyor ve sorularına cevap arıyor. Sevgilinin dirilip yerden bir kutsal ışık olarak görünmesini istiyor. Bu sayede bazı soruları cevap bulacaktır.
İnsan ölecekse neden doğar? Öldükten sonra bizi bekleyen nedir? İnsan aklı ölümün sırrını neden çözemiyor? Şair, tüm bu sorulara cevap bulamadığı için Rabbine “ya fikrimi onun ruhuna ulaştır ya da ruhumu onun yanına yolla” diyerek bu derin acının bitmesini diliyor
Üçüncü dizede “mah” (ay) sevgili anlamında kullanılmıştır. Açık istiare sanatı vardır.
6
Derd oldu mukîm, çâre gitti,
Gûyâ vatanım kenâre gitti;
Ben gurbet-i dâimîde kaldım,
Bir türbe-i bî-ümîde kaldım.
Ufkumdan o mâh-pâre gitti,
Bir matla-ı şeb-nisâre gitti…
Gördüm yüzünü misâl-i zulmet,
Matla’ ona bir sitâre gitti.
Dert yerleştikçe yerleşti, çare gitti,
Güya vatanım kenara (uzaklara) gitti
Ben sonsuz gurbette kaldım,
Ümitsiz bir türbede kaldım.
O ay parçası ufkumdan silinip gitti,
Sabahı olmayan karanlıklara gitti.
Onun karanlık benzeri yüzünü gördüm,
Bir yıldız gibi batıp gitti.
Şair, bu bentte eşinin hastalığını kastederek “Derd oldu mukîm, çâre gitti” demektedir. O devirde verem çaresi olmayan bir hastalıktı. Şair, buna işaret ediyor. Şair için vatan eşinin yanıdır. Eşinin çok uzaklarda olduğunu düşünen şair, kendini de gurbette hissetmektedir. Burada vatan ve gurbet kelimeleri arasında tezat sanatı vardır.
Sevgilisini ay parçasına benzeten şair, onun gidişiyle karanlıkta kaldığını söylüyor. Geride sadece bir iz, anılar kalmıştır. Son dizede de şair, sevgilisini kayan bir yıldıza benzetiyor. Yaygın inanışa göre gökte bir yıldız kaydı mı biri ölmüş demektir. Şair, bu yaygın inanıştan esinlenerek sevgilisi için “bir yıldız gibi kayıp gitti” demektedir. Ay ve yıldız karanlıktaki ışık kaynaklarıdır. Şair, sevgilisini bunlara benzeterek açık istiare sanatı yapmaktadır. Sevgilinin yüzü karanlığa benzetiliyor, ancak buradaki karanlık “gizemli” anlamında kullanılıyor.
7
Gördüm yüzünü türâb içinde,
Geldim aradım kitâb içinde.
Bir hâb gelir o, dîdeden dûr,
Gitti diyemem mezâra ol nûr,
Bu sıfr nedir hisâb içinde?
Erkâm ona inkılâb içinde.
Bir hîçî-i zî-vücûd, yâhûd
Bir kabrdir ıztırâb içinde.
Onun toprak içinde yüzünü gördüm,
Geldim, aradım kitap içinde.
Bir uyku gelir o,gözden uzak
Gitti diyemem mezara o nur (sevgili).
Bu sıfır neyse hesap içinde?
Bütün rakamlar ona dönüşür.
Bir yokluk içinde varoluş yahut
Bir mezardır ıstırap içinde.
Bu bentte, insanın ölüm karşısındaki çaresizliğini görmekteyiz. Her dize ölüm karşısında çaresiz birinin söyleyeceği sözlerden oluşmaktadır. Bir gün herkes ölecektir. Ancak ölümün sırrını bilen yoktur. Şair, bu dizelerde ölümün bir yok oluş mu, yoksa yokluktan varoluş mu olduğunu sorguluyor. Bunu yaparken de tezatlardan ve istifham sanatından yararlanıyor. Beşinci dizede istifham, yedinci dizede tezat sanatları var.
8
Makber, sonudur dekâyıkın bu,
Bir sırr-ı garîbi Hâlık’ın bu,
Bir nûr ki meyledince hâba,
İnmekte şu bir yığın türâba.
En yükseğidir şevâhıkın bu,
En müthişidir hakâyıkın bu.
Bed-baht, o hakîkat anlaşılmaz,
Şânın bu, cihânda lâyıkın bu!..
Bu mezar, dakikaların sonudur,
Bu Yaradan’ın garip bir sırrıdır.
Bir nur (Fatma) uykuya yönelince (ölünce),
Şu bir yığın toprağa inmekte.
Bu tepelerin en yükseğidir,
Bu gerçeklerin en dehşetlisidir.
Bahtsız, o gerçek anlaşılmaz,
Şanın bu, sana uygun görülen bu.
Bu bentte, ölüm gerçeğinin insan için anlaşılmaz bir son olduğunu ve ölümün düşündürdüklerini görüyoruz. Ölüm, anlaşılması güç, Yaradan’ın garip bir sırrıdır. Yaradan, neden insanları hem var hem yok ediyor? Bu gerçeklerin en müthişi olmakla birlikte anlaşılması güç bir durumdur. Bir bakıyorsunuz ilahi bir ışık gibi parlayan biri, bir yığın toprağa dönüşüyor. Bu gerçeklerin en müthişidir. O gerçek anlaşılmaz ama insana uygun görülen de budur.
Bazı gerçekler vardır ki akıl ve bilimle çözülemez. O zaman devreye inançlar girer. İnanan için bir şeyi anlamak önemli değildir. Esas olan onun varlığını kabul etmektir. İnanmak, insandaki şüphelerin giderek sükûnete ermesi demektir. Dünyaya geldiği günden itibaren insan ölüm gerçeğiyle karşı karşıya kalır. Buna rağmen ölüm insanlar için bir sır olarak kalmaya devam eder. Ölmeden ölümün ne olduğu anlaşılamaz.
Mezar, yüksek tepeye; sevgili, ışığa; ölüm de uykuya benzetilmiştir.
9
Tecdîd kılıp harâb şi’rim,
Destinde bulurdu tâb şi’rim.
Zihnimdeki fikre yâr olurdu,
Gaybeylediğim sözü bulurdu.
Anlardım olur kitâb şi’rim
Ettikçe yazıp hisâb şi’rim.
Şâ’irliği gayri neyleyim ben?
Olsun dilerim türâb şi’rim.
Benim harap şiirim seninle yenilendi,
Güçsüz şiirim senin elinde can bulurdu.
Zihnimdeki fikre dost olurdu,
Kaybettiğim bir sözü bulurdu.
Şiirimin kitap olacağını anlardım
O hesap ettikçe yazdığım şiirimi.
Artık ne yapayım ben şairliği,
Dilerim artık şiirim yere batsın.
Şairin bu bendi, ölen eşine ait anılarına ayırdığını görüyoruz. Onunla şiir üzerindeki anıları canlanıyor. Şiirlerinin onunla anlam kazandığını belirtiyor.
Bir şair en çok kendi şiirlerine değer verir. Kendi şiirleri onun en değerli varlığıdır. Sevgili, şair için bir ilham kaynağıdır. Onun sayesinde şiirlerinin bir anlamı vardır. Şair, sevgiliyi kaybettikten sonra bu şiirlerin de şairliğinin de hiçbir anlam ve öneminin olmadığını vurguluyor.
10
Gitti nazarımdan, âh gitti…
Bî-maksad ü bî-günâh gitti.
Her ferd cihânda birdir ammâ
Bir tane değildir öyle, hâşâ!
Bir tâne idi o mâh gitti,
Aylarca olup tebâh gitti,
Görsem yeridir seni karanlık,
Nûrum benim ey İlâh gitti.
Gitti gözümün önünden, ah gitti…
Gayesiz ve günahsız gitti.
Her fert dünyada birdir ama
Bir tane değildir öyle (onun gibi) asla!
Bir tane idi o ay (sevgili) gitti,
Aylarca mahvolup gitti.
Görsem yeridir seni karanlık,
Işığım benim ey İlah, o gitti.
Şair, bu bentte eşinin sebepsiz ve günahsız öldüğünü söyledikten sonra onun ne kadar eşiz bir insan olduğunu belirtiyor. Aslında her insan eşsiz özelliklere sahip olarak dünyaya gelir. Ancak şair için eşinin hayatındaki yeri bambaşkadır. Şaire göre onun yerini kimse dolduramaz. Böylesine özel bir kişinin aylarca eriyip gitmesini ve ölmesini şair kabullenemiyor. Sevgilinin yokluğu onda bir boşluk ve yalnızlık duygusu uyandırıyor. Şair bu dizelerde Allah’a seslenerek hem sitemde bulunuyor hem de ona sığınıyor.
Yedinci dizede “karanlık” kavramı farklı yorumlara neden olmaktadır. Ancak şairin daha önce çok sevdiği eşinin yüzü için de aynı ifadeyi kullandığını görüyoruz. Bu açıdan baktığımızda şairin “karanlık” kavramını “bilinmezlik” veya “gizem” anlamında kullandığını söyleyebiliriz.
Şair, sevgilisini “mah” (ay) ve “nurum” (ışık) olarak anıyor. Açık istiare vardır. “ey İlah” sözünde nida sanatı vardır. “nur-karanlık” kelimeleri arasında tezat sanatı vardır.
11
Ey yâr, şu nev-bahâr sensin.
Ben anlıyorum ki yâr sensin
Ettikçe nigâh bahr u behre,
Birden sanırım bazı kerre,
Meşcerdeki rûzgâr sensin
Ağlar, derim, eşkbâr sensin
Türben görününce anlarım ki
Öldüm, bana türbedâr sensin.
Ey sevgili, şu ilkbahar sensin.
Ben anlıyorum ki sevgili sensin.
Denize ve karaya baktıkça,
Birden sanırım ki bazı kere,
Ağaçlıktaki rüzgâr sensin.
Ağlar, derim gözyaşı döken sensin
Türben görününce anlarım ki
Öldüm, bana türbedar sensin.
Doğadaki her olay şaire sevgilisini hatırlatıyor. İlkbahar, deniz, rüzgâr, ağaçlar kısaca her şey ona sevgilisini hatırlatmaktadır. Şair, onu düşününce ağlar, ağladığı zaman onun ağladığını sanır. Türbesini görünce öldüğünü, türbedarının da sevgilisi olduğunu sanır. Şair burada, kelime oyunları yaparak aslında sevgilisiyle bir bütün olduğunu belirtiyor. Sevgili her zaman onun hayallerinde ve anılarında yaşamaya devam edecektir.
12
Sâfil semavâtı cây edinsin,
Teşhir olunup ecel tepinsin.
Bin velvele, bin kıyamet olsun;
Bin zelzele bir inayet olsun;
Mahşer tozarak mezara binsin
Çarpıp küreler kırılsın insin;
Yağsın nesi varsa kâinatın…
Lâkin bu derin sükût dinsin!..
Aşağılar, gökleri yer edinsin (yer gök birbirine girsin)
Ecel ortaya çıkıp tepinsin.
Bin gürültü, bin kıyamet olsun;
Bin zelzele, bir ihsan (iyilik) olsun
Mahşer (kıyamet günü ölülerin toplanacağı yer) tozarak mezara binsin
Çarpıp küreler (gezegenler) kırılsın insin;
Yağsın nesi varsa kâinatın…
Lâkin bu derin sükût (sessizlik) dinsin!
Şair, sevgilisini kaybetmenin acısıyla öylesine kendinden geçmiştir ki artık tüm evren, yer gök, bütün gezegenler birbirine girse yeridir. Öylesine derin bir ıstırap içindedir. Sevgilinin ölümü onu öylesine sarsmıştır ki kıyamet kopsa bu kadar etkilenmeyecektir. Şair, başına gelebilecek en büyük felaketi yaşadığını düşünerek, artık bu derin sessizliğin dinmesini istiyor.
Şair bu bentte mübalağa sanatı yapıyor. Ayrıca tezat sanatından da yararlanıyor. “Bin kıyamet, bin zelzele, çarpıp küreler kırılsın insin, yağsın nesi varsa kâinatın” sözlerinde mübalağa sanatı var. “Sâfil-semavât”, “velvele-sükût” kelimeleri arasında tezat sanatı var.
Genel Değerlendirme
Makber, Türk şiirinde yeni bir dönemin başlangıcıdır. Tanzimat Dönemi Edebiyatı’nın diğer eserlerine göre farklı bir içerik ve şekille öne çıkan önemli şiirlerden biridir. Şiir, hem içerik hem de biçim bakımından yeniliklerle doludur. Abdülhak Hamid, bu şiirinde ölüm karşısında duyduğu şaşkınlığı, karmaşık duyguları ve iç dünyasında kopan fırtınaları anlatmıştır. Ancak şair, ölüme sadece duygusal açıdan yaklaşmamış, ölümü felsefi açıdan da sorgulamıştır.
Ölümle ilgili pek çok şiir yazılmıştır, ancak “Makber” şiirimize getirdiği yenilikler ve bıraktığı etki açısından çok özel bir yere sahiptir
Makber
1
Eyvâh!.. ne yer ne yâr kaldı,
Gönlüm dolu âh ü zâr kaldı.
Şimdi buradaydı gitti elden,
Gitti ebede, gelip ezelden.
Ben gittim, o hâk-sâr kaldı,
Bir gûşede târ-mâr kaldı;
Bâkî o enîs-i dilden, eyvâh!..
Beyrut’da bir mezâr kaldı.
2
Nerde arayım o dil-rübâyı?..
Kimden sorayım o bî-nevâyı?..
Bildir bana nerde, nerde yâ Rab?..
Kim atdı beni bu derde yâ Rab?..
Derler ki: “Unut o âşinâyı,
Gitti, tutarak reh-i bekâyı”
Sığsın mı hayâle bu hakîkat?..
Görsün mü gözüm bu mâcerâyı?..
3
Sür’atle nasıl değişti hâlim?..
Almaz bunu havsalam, hayâlim.
Bir şey görürüm, mezâra benzer,
Baktıkça alır, o yâra benzer.
Şeklerle güzâr eder leyâlim,
Artar yine mâtemim, melâlim.
Bir sadme-i inkılâbdır bu,
Bilmem ki yakın mıdır zevâlim?..
4
Çık Fâtıma lahddan kıyâm et,
Yâdımdaki hâline devâm et,
Ketmetme bu râzı, söyle bir söz…
Ben isterim âh, öyle bir söz…
Güller gibi meyl-i ibtisâm et,
Dağ-ı dile çâre bul, merâm et;
Bir tatlı bakışla, bir gülüşle
Eyyâm-ı hayâtımı tamâm et.
5
Yâ Rab bana bir melek ıyân et,
Bir de beni öyle imtihân et:
Doğsun göreyim o mâh yerden,
Nûrun çıka ey İlâh yerden,
Maksûd-ı hayâtı dermiyân et,
Ferdâ-yı beşer nedir, beyân et!
Ya fikrimi rûhuna kıl îsâl,
Ya rûhumu hâkine revân et.
6
Derd oldu mukîm, çâre gitti,
Gûyâ vatanım kenâre gitti;
Ben gurbet-i dâimîde kaldım,
Bir türbe-i bî-ümîde kaldım.
Ufkumdan o mâh-pâre gitti,
Bir matla-ı şeb-nisâre gitti…
Gördüm yüzünü misâl-i zulmet,
Matla’ ona bir sitâre gitti.
7
Gördüm yüzünü türâb içinde,
Geldim aradım kitâb içinde.
Bir hâb gelir o, dîdeden dûr,
Gitti diyemem mezâra ol nûr,
Bu sıfr nedir hisâb içinde?
Erkâm ona inkılâb içinde.
Bir hîçî-i zî-vücûd, yâhûd
Bir kabrdir ıztırâb içinde.
8
Makber, sonudur dekâyıkın bu,
Bir sırr-ı garîbi Hâlık’ın bu,
Bir nûr ki meyledince hâba,
İnmekte şu bir yığın türâba.
En yükseğidir şevâhıkın bu,
En müthişidir hakâyıkın bu.
Bed-baht, o hakîkat anlaşılmaz,
Şânın bu, cihânda lâyıkın bu!..
9
Tecdîd kılıp harâb şi’rim,
Destinde bulurdu tâb şi’rim.
Zihnimdeki fikre yâr olurdu,
Gaybeylediğim sözü bulurdu.
Anlardım olur kitâb şi’rim
Ettikçe yazıp hisâb şi’rim.
Şâ’irliği gayri neyleyim ben?
Olsun dilerim türâb şi’rim.
10
Gitti nazarımdan, âh gitti…
Bî-maksad ü bî-günâh gitti.
Her ferd cihânda birdir ammâ
Bir tane değildir öyle, hâşâ!
Bir tâne idi o mâh gitti,
Aylarca olup tebâh gitti,
Görsem yeridir seni karanlık,
Nûrum benim ey İlâh gitti.
11
Ey yâr, şu nev-bahâr sensin.
Ben anlıyorum ki yâr sensin
Ettikçe nigâh bahr u behre,
Birden sanırım bazı kerre,
Meşcerdeki rûzgâr sensin
Ağlar, derim, eşkbâr sensin
Türben görününce anlarım ki
Öldüm, bana türbedâr sensin.
12
Sâfil semavâtı cây edinsin,
Teşhir olunup ecel tepinsin.
Bin velvele, bin kıyamet olsun;
Bin zelzele bir inayet olsun;
Mahşer tozarak mezara binsin
Çarpıp küreler kırılsın insin;
Yağsın nesi varsa kâinatın…
Lâkin bu derin sükût dinsin!..
Abdülhak Hamit Tarhan
Gümümüz Türkçesi ile
Eyvah! Ne yer ne sevgili kaldı,
Gönlüm acı ve ağlamayla dolu kaldı.
Şimdi buradaydı gitti elden,
Gitti ebede (sonsuzluğa), gelip ezelden(başlangıcı olmayan geçmiş)
Ben gittim (döndüm), o toprakta kaldı,
Bir köşede darmadağın kaldı.
Eyvah! O gönül dostundan geriye
Beyrut’ta bir mezar kaldı.
2
O gönül çalanı nerde arayım?
O çaresizi kimden sorayım?
Bana bildir, o nerede ya Rab?
Kim attı beni bu derde ya Rab?
Derler ki: “ O tanıdığı unut,
O sonsuzluk yolunu tutup gitti.”
Sığsın mı hayale bu gerçek?
Görsün mü gözüm bu macerayı?
3
Nasıl süratle değişti halim?
Kavrayamaz bunu (ne) aklım (ne) hayalim.
Bir şey görürüm mezara benzer.
Baktıkça alır, o sevgiliye benzer.
Gecelerim şüpheler içinde geçer,
Artar yine matemim, üzüntüm.
Bu insanı alt üst eden bir darbedir,
Bilmem ki yakın mıdır sonum?
4
Çık Fatma mezarından doğrul,
Anılarımdaki haline devam et.
Bu sırrı (ölüm) saklama söyle bir söz.
Ben isterim ah, öyle bir söz.
Güller gibi gülümsemeye devam et,
Gönül yarasına bir çare bulmayı iste;
Bir tatlı bakışla, bir gülüşle
Ömrümün kalan günlerini tamam et.
5
Ya Rab! Bana bir melek göster,
Beni bir kere de böyle imtihan et (sına).
Doğsun göreyim o ay (sevgili) yerden,
Nurun (kutsal ışık) çıksın ey İlâh yerden.
Yaşamın amacını ortaya çıkar (açıkla),
İnsanlığın geleceği nedir? İzah et.
Ya fikrimi (onun) ruhuna ulaştır,
Ya ruhumu (onun) toprağına yolla.
6
Dert yerleştikçe yerleşti, çare gitti,
Güya vatanım kenara (uzaklara) gitti
Ben sonsuz gurbette kaldım,
Ümitsiz bir türbede kaldım.
O ay parçası ufkumdan silinip gitti,
Sabahı olmayan karanlıklara gitti.
Onun karanlık benzeri yüzünü gördüm,
Bir yıldız gibi batıp gitti.
7
Onun toprak içinde yüzünü gördüm,
Geldim, aradım kitap içinde.
Bir uyku gelir o, gözden uzak
Gitti diyemem mezara o nur (sevgili).
Bu sıfır neyse hesap içinde?
Bütün rakamlar ona dönüşür.
Bir yokluk içinde varoluş yahut
Bir mezardır ıstırap içinde.
8
Bu mezar, dakikaların sonudur,
Bu Yaradan’ın garip bir sırrıdır.
Bir nur (Fatma) uykuya yönelince (ölünce),
Şu bir yığın toprağa inmekte.
Bu tepelerin en yükseğidir,
Bu gerçeklerin en dehşetlisidir.
Bahtsız, o gerçek anlaşılmaz,
Şanın bu, sana uygun görülen bu.
9
Benim harap şiirim seninle yenilendi,
Güçsüz şiirim senin elinde can bulurdu.
Zihnimdeki fikre dost olurdu,
Kaybettiğim bir sözü bulurdu.
Şiirimin kitap olacağını anlardım
O hesap ettikçe yazdığım şiirimi.
Artık ne yapayım ben şairliği,
Dilerim artık şiirim yere batsın.
10
Gitti gözümün önünden, ah gitti…
Gayesiz ve günahsız gitti.
Her fert dünyada birdir ama
Bir tane değildir öyle (onun gibi) asla!
Bir tane idi o ay (sevgili) gitti,
Aylarca mahvolup gitti.
Görsem yeridir seni karanlık,
Işığım benim ey İlah, o gitti.
11
Ey sevgili, şu ilkbahar sensin.
Ben anlıyorum ki sevgili sensin.
Denize ve karaya baktıkça,
Birden sanırım ki bazı kere,
Ağaçlıktaki rüzgâr sensin.
Ağlar, derim gözyaşı döken sensin
Türben görününce anlarım ki
Öldüm, bana türbedar sensin.
12
Aşağılar, gökleri yer edinsin (yer gök birbirine girsin)
Ecel ortaya çıkıp tepinsin.
Bin gürültü, bin kıyamet olsun;
Bin zelzele, bir ihsan (iyilik) olsun
Mahşer (kıyamet günü ölülerin toplanacağı yer) tozarak mezara binsin
Çarpıp küreler (gezegenler) kırılsın insin;
Yağsın nesi varsa kâinatın…
Lâkin bu derin sükût (sessizlik) dinsin!
Şiir Hakkında
Şair, genç yaşta veremden ölen eşinin ardından yazdığı şiirinde ölüm karşısında duyduğu şaşkınlık, acı, özlem gibi duygularının yanında ölümle ilgili görüş ve düşüncelerini de dile getirmektedir.
Makber, 295 bent, 2360 mısradan oluşmaktadır. Ölüm konusunda o döneme kadar yazılan en uzun şiirdir.
Şiirin Biçim Yönünden İncelenmesi
Nazım şekli: Serbest nazımdır. Şiir, biçim özellikleri bakımından pek çok türe (mersiye, mesnevi, terkib-i bend vb.) benzetilmekle birlikte, hepsinden farklı özelliklere sahiptir.
Nazım birimi: Benttir. Şiir, beyit esasına göre yazılmakla birlikte sekizer mısralık bentlerden oluşmuştur.
Uyak düzeni:
Her bendin birinci, ikinci, beşinci, altıncı ve sekizinci mısraları kendi aralarında; üçüncü ve dördüncü mısralar da kendi aralarında uyaklı; yedinci mısra serbesttir.
Şöyle ki; her bent “ aa / bb / aa / ca” biçiminde sıralanmaktadır.
Ölçüsü: Şiir, aruz ölçüsünün “mef’û lü / me fâ i lün / fe û lün” kalıbıyla yazılmıştır.
Ahenk Unsurları (Uyak ve Redifler)
1
a ---yâr kaldı
a ---âh ü zâr kaldı
b ---elden
b ---ezelden
a ---hâk-sâr kaldı
a ---târ-mâr kaldı
c ---eyvâh
a ---mezâr kaldı
“kaldı” redif; “-âr” zengin uyak (-â’lar iki ses değerindedir)
“-den” redif; “-el” tam uyak
2
a ---dil-rübâyı
a ---bî-nevâyı
b ---nerde yâ Rab
b ---derde yâ Rab
a ---âşinâyı
a---reh-i bekâyı
c ---hakîkat
a ---mâcerâyı
“-yı” redif; “-â” tam uyak
“yâ Rab” redif; “-erde” zengin uyak
3
a ---hâlim
a ---hayâlim.
b ---mezâra benzer
b ---yâra benzer
a ---leyâlim
a---melâlim
c ---inkılâbdır bu
a ---zevâlim
“-im” redif; “-âl” zengin uyak
“-a benzer” redif; “-âr” zengin uyak
4
a ---kıyâm et
a ---devâm et
b ---söyle bir söz
b ---öyle bir söz
a ---ibtisâm et
a ---merâm et
c ---gülüşle
a ---tamâm et
“et” redif; “-âm” zengin uyak
“bir söz” redif; “-öyle” zengin uyak (tunç uyak)
5
a ---ıyân et
a ---imtihân et
b ---mâh yerden
b ---İlâh yerden
a ---dermiyân et
a---beyân et
c ---kıl îsâl
a ---revân et
“et” redif; “-ân” zengin uyak
“yerden” redif; “-âh” zengin uyak
6
a ---çâre gitti
a ---kenâre gitti
b ---dâimîde kaldım
b ---bî-ümîde kaldım
a ---mâh-pâre gitti
a ---şeb-nisâre gitti
c ---misâl-i zulmet
a ---sitâre gitti
“gitti” redif; “-âre” zengin uyak
“kaldım” redif; “-mîde” zengin uyak
7
a ---türâb içinde
a ---kitâb içinde
b ---dîdeden dûr
b --- ol nûr
a ---hisâb içinde
a ---inkılâb içinde
c ---yâhûd
a ---ıztırâb içinde
“içinde” redif; “-âb” zengin uyak
“-ûr” zengin uyak
8
a ---dekâyıkın bu
a ---Hâlık’ın bu
b ---hâba
b ---türâba
a ---şevâhıkın bu
a ---hakâyıkın bu
c ---anlaşılmaz
a ---lâyıkın bu
“-ın bu” redif; “-ık” tam uyak
“-a” redif; “-âb” zengin uyak
9
a ---harâb şi’rim
a ---tâb şi’rim
b ---olurdu
b---bulurdu
a ---kitâb şi’rim
a ---hisâb şi’rim
c ---neyleyim ben
a ---türâb şi’rim
“şi’rim” redif; “-âb” zengin uyak
“-urdu” redif; “-l” yarım uyak
10
a ---âh gitti
a ---bî-günâh gitti
b ---ammâ
b ---hâşâ
a ---mâh gitti
a ---tebâh gitti
c ---karanlık
a ---İlâh gitti
“gitti” redif; “-âh” zengin uyak
“-â” zengin uyak
11
a ---nev-bahâr sensin
a ---yâr sensin
b ---behre
b ---kerre
a ---rûzgâr sensin
a ---eşkbâr sensin
c ---anlarım ki
a ---türbedâr sensin
“sensin” redif; “-âr” zengin uyak
“-re” tam uyak
12
a ---edinsin
a ---tepinsin
b ---kıyamet olsun
b ---inayet olsun
a ---binsin
a ---insin
c ---kâinatın
a ---dinsin
“-sin” redif; “-in” tam uyak
“olsun” redif; “-et” tam uyak
Şiirdeki Diğer Ahenk Unsurları
Şiirdeki asonansların büyük bir kısmı “â” sesinin kullanılmasıyla sağlanmıştır. Bentler incelendiğinde şiirde bulunan zengin uyakların büyük bir kısmının “â” sesini barındırması (-âyı, -âl, -âra, -ân, -âre, -âb, -âh vb.) dışında dizelerin başlarında ya da ortalarındaki kelimeler içinde de “â” sesinin kullanıldığını görüyoruz.
Şiirin ahengini sağlayan kelime tekrarlarına da sıkça rastlamaktayız. Bunlardan bazıları redif olarak karşımıza çıkar. “Kaldı, bu, gitti, et, eyle, olsun, sensin” vb. ancak bu kelimelerden en çok “gitti” kelimesi tekrarlanıyor. Bu kelimenin çok tekrar edilmesi sadece ahenkle değil içerikle de ilgilidir.
Şiirin teması: “Ölüm”dür.
Şiirin Anlam Yönünden İncelenmesi (Açıklama – Yorum)
Abdülhak Hamid’in Makber adlı eseri “Mukaddime” den sonra başlar. Mukaddime (önsöz) Abdülhak Hamid’in şiir anlayışını da yansıtması bakımından bir belge niteliği taşır.
En güzel, en büyük, en doğru şiir, hakîkat-ı müdhîşenin (ürpertici gerçek) tazyiki (basıncı) altında hiçbir şey söylememektir. Makber ise hitabet ediyor.
İnsan, bazı kere, hatırına gelen bir hayali tanıyamaz, o kadar güzeldir. Zihninde uçan bir fikre yetişemez, o kadar yüksektir. Kalbinde doğan bir hissi bulamaz, o kadar derindir. Bu acz ile bir feryad koparır, yahud pek karanlık bir şey söyler, yahud hiçbir şey söyleyemez de kalemini ayağının altına alıp ezer. Bunlar şiirdir.”
Şiir, “Mukaddime”den sonra “Eyvah!.. ne yer ne yâr kaldı” dizesiyle başlar ve 295 bent, 2360 mısra olarak devam eder.
Seçilen 12 bendin tahlili:
1
Eyvâh!.. ne yer ne yâr kaldı,
Gönlüm dolu âh ü zâr kaldı.
Şimdi buradaydı gitti elden,
Gitti ebede, gelip ezelden.
Ben gittim, o hâk-sâr kaldı,
Bir gûşede târ-mâr kaldı;
Bâkî o enîs-i dilden, eyvâh!..
Beyrut’da bir mezâr kaldı.
Eyvah! Ne yer ne sevgili kaldı,
Gönlüm acı ve ağlamayla dolu kaldı.
Şimdi buradaydı gitti elden,
Gitti ebede (sonsuzluğa), gelip ezelden(başlangıcı olmayan geçmiş)
Ben gittim (döndüm), o toprakta kaldı,
Bir köşede darmadağın kaldı.
Eyvah! O gönül dostundan geriye
Beyrut’ta bir mezar kaldı.
Şair, bu bentte eşinin ölümünden doğan boşluğu ve üzüntüyü dile getirmektedir. Şiirin ilk sözü “eyvâh” kelimesinde nida sanatı vardır.
Abdülhak Hamit, “tezat sanatı” yapmayı sever. Bu sanatta kelime ve kavramlar zıt anlamlılarıyla birlikte kullanılır. Makber’de bunun örneklerine çokça rastlıyoruz. Bu bentte tezat oluşturan pek çok kelime görülür: “Gitti ebede, gelip ezelden / Ben gittim o hâk-sâr kaldı” dizelerinde “gitme-gelme-kalma” kelimeleri arasında tezat vardır. Şair, bu tezatları duygu ve düşüncelerini ifade etmek amacıyla kullanıyor. Şaire göre ölen eşi ezelden gelip ebede gitmiştir. Bu kelimeler kâinatın başlangıcı ile sonunu ifade eder. Zamanın iki zıt yönünü ifade eden bu kelimeler arasında da tezat sanatı vardır. Ezelden ebede gitmek anlam olarak da ruhun ölümsüzlüğüne işaret etmektedir. Ruh başka bir âleme göç ederken beden dünyada kalmaktadır.
Şairin eşi veremdi. İstanbul’a dönerlerken Beyrut’ta öldü. Şair, eşini toprağa verdikten sonra İstanbul’a döndü. “Ben gittim o hâk-sâr kaldı” dizesi bu zıt durumun ifadesidir. Burada şair, sevilen bir insandan ayrılışı, ölen insanla hayatta kalan insan arasındaki tezadı belirtiyor.
Şair, ölümden duyduğu şaşkınlığını “Şimdi buradaydı gitti elden” dizesiyle dile getiriyor. Burada da tezat sanatını kullanarak nasıl bir boşluk içine düştüğünü vurguluyor. Bu boşluktan geriye kalan acı ve üzüntü, şairin gönlünü doldurmaktadır.
Bu bentte kısaca şair, feryat ve ıstırap içinde sevgili eşinin öldüğünü ve mezarının da o zaman vilayetimiz olan Beyrut’ta bulunduğunu belirtiyor.
2
Nerde arayım o dil-rübâyı?..
Kimden sorayım o bî-nevâyı?..
Bildir bana nerde, nerde yâ Rab?..
Kim atdı beni bu derde yâ Rab?..
Derler ki: “Unut o âşinâyı,
Gitti, tutarak reh-i bekâyı”
Sığsın mı hayâle bu hakîkat?..
Görsün mü gözüm bu mâcerâyı?..
O gönül çalanı nerde arayım?
O çaresizi kimden sorayım?
Ya Rab, bana bildir, o nerede?
Kim attı beni bu derde ya Rab?
Derler ki: “ O tanıdığı unut,
O sonsuzluk yolunu tutup gitti.”
Sığsın mı hayale bu gerçek?
Görsün mü gözüm bu macerayı?
Şair bir taraftan sevgiliyle geçirdiği güzel günleri anarken diğer taraftan da onu kaybetmenin acı ve üzüntüsüyle derin bir ıstırap duymaktadır. Ölüm gerçeğini kabullenmede zorluk çeken şair, Rabbine sorular sorarak ölümün gerçek anlamını öğrenmeye çalışıyor.
Şair, “Nerde arayım o dil-rübâyı” dizesinde bildiği şeyi bilmezlikten geliyor. Böylece tecahül-i arif (bilip de bilmezlikten gelme) sanatı yapıyor. Bu anlatım şairin girdiği bunalım ve şaşkınlık nedeniyle sürekli sorular sormasından kaynaklanıyor. Bendin 1.2.3.4.7.8. dizelerde istifham (soru sorma) sanatı vardır. 7. dizede mübalağa, tezat ve mecaz sanatları vardır. Şair, “Sığsın mı hayale bu gerçek?” diyerek hem duyduğu acıyı abartıyor, hem “gerçek” ve “hayal” kelimelerini bir arada kullanarak tezat yapıyor. “Hakikat” kelimesini ise mecaz olarak “ölüm” anlamında kullanılıyor.
3
Sür’atle nasıl değişti hâlim?..
Almaz bunu havsalam, hayâlim.
Bir şey görürüm, mezâra benzer,
Baktıkça alır, o yâra benzer.
Şeklerle güzâr eder leyâlim,
Artar yine mâtemim, melâlim.
Bir sadme-i inkılâbdır bu,
Bilmem ki yakın mıdır zevâlim?..
Nasıl süratle değişti halim?
Kavrayamaz bunu (ne) aklım (ne) hayalim.
Bir şey görürüm mezara benzer.
Baktıkça alır, o sevgiliye benzer.
Gecelerim şüpheler içinde geçer,
Artar yine matemim, üzüntüm.
Bu insanı alt üst eden bir darbedir,
Bilmem ki yakın mıdır sonum?
İnsan aklı pek çok şeyi anlar ve kavrar ancak kavrayamayacağı şeyler de vardır. Aklın yetersiz kaldığı yerde inanç devreye girer. İnancı zayıf olanlar tereddüt ve şüpheye düşerler. Ölüm gerçekten de insanı sarsan bir gerçektir. Şairin mezara baktıkça sevgiliyi görmesi ona olan özleminden kaynaklanmaktadır. Bu duygu insanı sarsan ve alt üst eden bir darbedir. Şairin acısı o kadar derindir ki ölümü düşünmeye başlar. Bendin ilk ve son dizelerinde istifham sanatı vardır.
4
Çık Fâtıma lahddan kıyâm et,
Yâdımdaki hâline devâm et,
Ketmetme bu râzı, söyle bir söz…
Ben isterim âh, öyle bir söz…
Güller gibi meyl-i ibtisâm et,
Dağ-ı dile çâre bul, merâm et;
Bir tatlı bakışla, bir gülüşle
Eyyâm-ı hayâtımı tamâm et.
Çık Fatma mezarından doğrul,
Anılarımdaki haline devam et.
Bu sırrı (ölüm) saklama söyle bir söz.
Ben isterim ah, öyle bir söz.
Güller gibi gülümsemeye devam et,
Gönül yarasına bir çare bulmayı iste;
Bir tatlı bakışla, bir gülüşle
Ömrümün kalan günlerini tamam et.
Şair, bu bentte ıstırabının dinmesi ve aklındaki soruların cevaplanması için ölen sevgilisine sesleniyor. Onun tekrar görünmesini, kendisine gülümsemesini ve acılarına çare olmasını istiyor. Şair, eşinin ölümüne inanmak istemiyor. Onu yaşayan haliyle hayal ediyor. Ölümün sırrını anlamaya çalışıyor.
Birinci dizede “tecahül-i arif” sanatı var. Şair sevgilinin mezardan çıkması isteğini güzel bir nedene bağlıyor. Geçmişte yaşadıkları güzel günlere dönmek istiyor. Bunun imkânsız olduğunu biliyor. Bu yüzden onu hiç olmazsa anılarındaki haliyle, hayalinde yaşatmak istiyor.
5
Yâ Rab bana bir melek ıyân et,
Bir de beni öyle imtihân et:
Doğsun göreyim o mâh yerden,
Nûrun çıka ey İlâh yerden,
Maksûd-ı hayâtı dermiyân et,
Ferdâ-yı beşer nedir, beyân et!
Ya fikrimi rûhuna kıl îsâl,
Ya rûhumu hâkine revân et.
Ya Rab! Bana bir melek göster,
Beni bir kere de böyle imtihan et (sına).
Doğsun göreyim o ay (sevgili) yerden,
Nurun (kutsal ışık) çıksın ey İlâh yerden.
Yaşamın amacını ortaya çıkar (açıkla),
İnsanlığın geleceği nedir? İzah et.
Ya fikrimi (onun) ruhuna ulaştır,
Ya ruhumu (onun) toprağına yolla.
Şair, bu bentte Rabbine seslenerek imtihan isteğinde bulunuyor. Şair, bazı şeyleri anlayamıyor ve sorularına cevap arıyor. Sevgilinin dirilip yerden bir kutsal ışık olarak görünmesini istiyor. Bu sayede bazı soruları cevap bulacaktır.
İnsan ölecekse neden doğar? Öldükten sonra bizi bekleyen nedir? İnsan aklı ölümün sırrını neden çözemiyor? Şair, tüm bu sorulara cevap bulamadığı için Rabbine “ya fikrimi onun ruhuna ulaştır ya da ruhumu onun yanına yolla” diyerek bu derin acının bitmesini diliyor
Üçüncü dizede “mah” (ay) sevgili anlamında kullanılmıştır. Açık istiare sanatı vardır.
6
Derd oldu mukîm, çâre gitti,
Gûyâ vatanım kenâre gitti;
Ben gurbet-i dâimîde kaldım,
Bir türbe-i bî-ümîde kaldım.
Ufkumdan o mâh-pâre gitti,
Bir matla-ı şeb-nisâre gitti…
Gördüm yüzünü misâl-i zulmet,
Matla’ ona bir sitâre gitti.
Dert yerleştikçe yerleşti, çare gitti,
Güya vatanım kenara (uzaklara) gitti
Ben sonsuz gurbette kaldım,
Ümitsiz bir türbede kaldım.
O ay parçası ufkumdan silinip gitti,
Sabahı olmayan karanlıklara gitti.
Onun karanlık benzeri yüzünü gördüm,
Bir yıldız gibi batıp gitti.
Şair, bu bentte eşinin hastalığını kastederek “Derd oldu mukîm, çâre gitti” demektedir. O devirde verem çaresi olmayan bir hastalıktı. Şair, buna işaret ediyor. Şair için vatan eşinin yanıdır. Eşinin çok uzaklarda olduğunu düşünen şair, kendini de gurbette hissetmektedir. Burada vatan ve gurbet kelimeleri arasında tezat sanatı vardır.
Sevgilisini ay parçasına benzeten şair, onun gidişiyle karanlıkta kaldığını söylüyor. Geride sadece bir iz, anılar kalmıştır. Son dizede de şair, sevgilisini kayan bir yıldıza benzetiyor. Yaygın inanışa göre gökte bir yıldız kaydı mı biri ölmüş demektir. Şair, bu yaygın inanıştan esinlenerek sevgilisi için “bir yıldız gibi kayıp gitti” demektedir. Ay ve yıldız karanlıktaki ışık kaynaklarıdır. Şair, sevgilisini bunlara benzeterek açık istiare sanatı yapmaktadır. Sevgilinin yüzü karanlığa benzetiliyor, ancak buradaki karanlık “gizemli” anlamında kullanılıyor.
7
Gördüm yüzünü türâb içinde,
Geldim aradım kitâb içinde.
Bir hâb gelir o, dîdeden dûr,
Gitti diyemem mezâra ol nûr,
Bu sıfr nedir hisâb içinde?
Erkâm ona inkılâb içinde.
Bir hîçî-i zî-vücûd, yâhûd
Bir kabrdir ıztırâb içinde.
Onun toprak içinde yüzünü gördüm,
Geldim, aradım kitap içinde.
Bir uyku gelir o,gözden uzak
Gitti diyemem mezara o nur (sevgili).
Bu sıfır neyse hesap içinde?
Bütün rakamlar ona dönüşür.
Bir yokluk içinde varoluş yahut
Bir mezardır ıstırap içinde.
Bu bentte, insanın ölüm karşısındaki çaresizliğini görmekteyiz. Her dize ölüm karşısında çaresiz birinin söyleyeceği sözlerden oluşmaktadır. Bir gün herkes ölecektir. Ancak ölümün sırrını bilen yoktur. Şair, bu dizelerde ölümün bir yok oluş mu, yoksa yokluktan varoluş mu olduğunu sorguluyor. Bunu yaparken de tezatlardan ve istifham sanatından yararlanıyor. Beşinci dizede istifham, yedinci dizede tezat sanatları var.
8
Makber, sonudur dekâyıkın bu,
Bir sırr-ı garîbi Hâlık’ın bu,
Bir nûr ki meyledince hâba,
İnmekte şu bir yığın türâba.
En yükseğidir şevâhıkın bu,
En müthişidir hakâyıkın bu.
Bed-baht, o hakîkat anlaşılmaz,
Şânın bu, cihânda lâyıkın bu!..
Bu mezar, dakikaların sonudur,
Bu Yaradan’ın garip bir sırrıdır.
Bir nur (Fatma) uykuya yönelince (ölünce),
Şu bir yığın toprağa inmekte.
Bu tepelerin en yükseğidir,
Bu gerçeklerin en dehşetlisidir.
Bahtsız, o gerçek anlaşılmaz,
Şanın bu, sana uygun görülen bu.
Bu bentte, ölüm gerçeğinin insan için anlaşılmaz bir son olduğunu ve ölümün düşündürdüklerini görüyoruz. Ölüm, anlaşılması güç, Yaradan’ın garip bir sırrıdır. Yaradan, neden insanları hem var hem yok ediyor? Bu gerçeklerin en müthişi olmakla birlikte anlaşılması güç bir durumdur. Bir bakıyorsunuz ilahi bir ışık gibi parlayan biri, bir yığın toprağa dönüşüyor. Bu gerçeklerin en müthişidir. O gerçek anlaşılmaz ama insana uygun görülen de budur.
Bazı gerçekler vardır ki akıl ve bilimle çözülemez. O zaman devreye inançlar girer. İnanan için bir şeyi anlamak önemli değildir. Esas olan onun varlığını kabul etmektir. İnanmak, insandaki şüphelerin giderek sükûnete ermesi demektir. Dünyaya geldiği günden itibaren insan ölüm gerçeğiyle karşı karşıya kalır. Buna rağmen ölüm insanlar için bir sır olarak kalmaya devam eder. Ölmeden ölümün ne olduğu anlaşılamaz.
Mezar, yüksek tepeye; sevgili, ışığa; ölüm de uykuya benzetilmiştir.
9
Tecdîd kılıp harâb şi’rim,
Destinde bulurdu tâb şi’rim.
Zihnimdeki fikre yâr olurdu,
Gaybeylediğim sözü bulurdu.
Anlardım olur kitâb şi’rim
Ettikçe yazıp hisâb şi’rim.
Şâ’irliği gayri neyleyim ben?
Olsun dilerim türâb şi’rim.
Benim harap şiirim seninle yenilendi,
Güçsüz şiirim senin elinde can bulurdu.
Zihnimdeki fikre dost olurdu,
Kaybettiğim bir sözü bulurdu.
Şiirimin kitap olacağını anlardım
O hesap ettikçe yazdığım şiirimi.
Artık ne yapayım ben şairliği,
Dilerim artık şiirim yere batsın.
Şairin bu bendi, ölen eşine ait anılarına ayırdığını görüyoruz. Onunla şiir üzerindeki anıları canlanıyor. Şiirlerinin onunla anlam kazandığını belirtiyor.
Bir şair en çok kendi şiirlerine değer verir. Kendi şiirleri onun en değerli varlığıdır. Sevgili, şair için bir ilham kaynağıdır. Onun sayesinde şiirlerinin bir anlamı vardır. Şair, sevgiliyi kaybettikten sonra bu şiirlerin de şairliğinin de hiçbir anlam ve öneminin olmadığını vurguluyor.
10
Gitti nazarımdan, âh gitti…
Bî-maksad ü bî-günâh gitti.
Her ferd cihânda birdir ammâ
Bir tane değildir öyle, hâşâ!
Bir tâne idi o mâh gitti,
Aylarca olup tebâh gitti,
Görsem yeridir seni karanlık,
Nûrum benim ey İlâh gitti.
Gitti gözümün önünden, ah gitti…
Gayesiz ve günahsız gitti.
Her fert dünyada birdir ama
Bir tane değildir öyle (onun gibi) asla!
Bir tane idi o ay (sevgili) gitti,
Aylarca mahvolup gitti.
Görsem yeridir seni karanlık,
Işığım benim ey İlah, o gitti.
Şair, bu bentte eşinin sebepsiz ve günahsız öldüğünü söyledikten sonra onun ne kadar eşiz bir insan olduğunu belirtiyor. Aslında her insan eşsiz özelliklere sahip olarak dünyaya gelir. Ancak şair için eşinin hayatındaki yeri bambaşkadır. Şaire göre onun yerini kimse dolduramaz. Böylesine özel bir kişinin aylarca eriyip gitmesini ve ölmesini şair kabullenemiyor. Sevgilinin yokluğu onda bir boşluk ve yalnızlık duygusu uyandırıyor. Şair bu dizelerde Allah’a seslenerek hem sitemde bulunuyor hem de ona sığınıyor.
Yedinci dizede “karanlık” kavramı farklı yorumlara neden olmaktadır. Ancak şairin daha önce çok sevdiği eşinin yüzü için de aynı ifadeyi kullandığını görüyoruz. Bu açıdan baktığımızda şairin “karanlık” kavramını “bilinmezlik” veya “gizem” anlamında kullandığını söyleyebiliriz.
Şair, sevgilisini “mah” (ay) ve “nurum” (ışık) olarak anıyor. Açık istiare vardır. “ey İlah” sözünde nida sanatı vardır. “nur-karanlık” kelimeleri arasında tezat sanatı vardır.
11
Ey yâr, şu nev-bahâr sensin.
Ben anlıyorum ki yâr sensin
Ettikçe nigâh bahr u behre,
Birden sanırım bazı kerre,
Meşcerdeki rûzgâr sensin
Ağlar, derim, eşkbâr sensin
Türben görününce anlarım ki
Öldüm, bana türbedâr sensin.
Ey sevgili, şu ilkbahar sensin.
Ben anlıyorum ki sevgili sensin.
Denize ve karaya baktıkça,
Birden sanırım ki bazı kere,
Ağaçlıktaki rüzgâr sensin.
Ağlar, derim gözyaşı döken sensin
Türben görününce anlarım ki
Öldüm, bana türbedar sensin.
Doğadaki her olay şaire sevgilisini hatırlatıyor. İlkbahar, deniz, rüzgâr, ağaçlar kısaca her şey ona sevgilisini hatırlatmaktadır. Şair, onu düşününce ağlar, ağladığı zaman onun ağladığını sanır. Türbesini görünce öldüğünü, türbedarının da sevgilisi olduğunu sanır. Şair burada, kelime oyunları yaparak aslında sevgilisiyle bir bütün olduğunu belirtiyor. Sevgili her zaman onun hayallerinde ve anılarında yaşamaya devam edecektir.
12
Sâfil semavâtı cây edinsin,
Teşhir olunup ecel tepinsin.
Bin velvele, bin kıyamet olsun;
Bin zelzele bir inayet olsun;
Mahşer tozarak mezara binsin
Çarpıp küreler kırılsın insin;
Yağsın nesi varsa kâinatın…
Lâkin bu derin sükût dinsin!..
Aşağılar, gökleri yer edinsin (yer gök birbirine girsin)
Ecel ortaya çıkıp tepinsin.
Bin gürültü, bin kıyamet olsun;
Bin zelzele, bir ihsan (iyilik) olsun
Mahşer (kıyamet günü ölülerin toplanacağı yer) tozarak mezara binsin
Çarpıp küreler (gezegenler) kırılsın insin;
Yağsın nesi varsa kâinatın…
Lâkin bu derin sükût (sessizlik) dinsin!
Şair, sevgilisini kaybetmenin acısıyla öylesine kendinden geçmiştir ki artık tüm evren, yer gök, bütün gezegenler birbirine girse yeridir. Öylesine derin bir ıstırap içindedir. Sevgilinin ölümü onu öylesine sarsmıştır ki kıyamet kopsa bu kadar etkilenmeyecektir. Şair, başına gelebilecek en büyük felaketi yaşadığını düşünerek, artık bu derin sessizliğin dinmesini istiyor.
Şair bu bentte mübalağa sanatı yapıyor. Ayrıca tezat sanatından da yararlanıyor. “Bin kıyamet, bin zelzele, çarpıp küreler kırılsın insin, yağsın nesi varsa kâinatın” sözlerinde mübalağa sanatı var. “Sâfil-semavât”, “velvele-sükût” kelimeleri arasında tezat sanatı var.
Genel Değerlendirme
Makber, Türk şiirinde yeni bir dönemin başlangıcıdır. Tanzimat Dönemi Edebiyatı’nın diğer eserlerine göre farklı bir içerik ve şekille öne çıkan önemli şiirlerden biridir. Şiir, hem içerik hem de biçim bakımından yeniliklerle doludur. Abdülhak Hamid, bu şiirinde ölüm karşısında duyduğu şaşkınlığı, karmaşık duyguları ve iç dünyasında kopan fırtınaları anlatmıştır. Ancak şair, ölüme sadece duygusal açıdan yaklaşmamış, ölümü felsefi açıdan da sorgulamıştır.
Ölümle ilgili pek çok şiir yazılmıştır, ancak “Makber” şiirimize getirdiği yenilikler ve bıraktığı etki açısından çok özel bir yere sahiptir