Chen

🇵🇸
Forum Sorumlusu
Katılım
9 Ocak 2020
Mesajlar
44,433
Çözümler
4
Tepki puanı
12,983
Puanları
113
Konum
.
Cinsiyet
Kadın
Kalvinizmin Beş İlkesi

🍥Protestanlığın en önemli kollarından olan Kalvinizim, beş temel inanç üzerine bina olur. Bunlar:

🍥Dünyayı yaratan ancak işlerinin insanın akıl erdiremeyeceği mutlak bir Tanrı vardır.


🍥Her bireyin kurtuluşu ve helaki Tanrı tarafından önceden belirlenmiştir. Kişinin çabaları bu kaderi değiştirmeye yetmez.


🍥Tanrı dünyayı kendi şanı için yaratmıştır.


🍥İster kurtuluşa ersin isterse de helaka uğramış olsun, kişinin dünyadaki ödevi, Tanrı’nın şanını yüceltecek işler yapmaktır.


🍥İnsan için kurtuluş ancak Tanrı’nın merhametiyle mümkündür.



Katolik teoloji, manastırlarda keşişlerin bu dünyanın taleplerini aşmak için çileci bir hayat yaşama gayretinde örneklenen, bu dünyanın bir çile olduğu; insanın, bu dünyada işlediği günahların tövbe ve Kilise elçileri tarafından affedilme işlemleriyle öte dünyadaki kurtuluşu temin edebileceği inancına yaslanır.


Oysa Protestan teolojide, özellikle de Kalvinist kollarında, daha “püriten” bir ahlak vardır ve bu ahlak anlayışında, denebilirse dünyanın tamamı bir manastıra dönüşür. Ancak bu ahlak, mükafatın ve cezanın bu dünyada, kişinin çalışması karşılığı verileceğine yaslanır.

Weber buna “ödev” ahlakı adını verir. Kişinin bu dünyadaki hayatının Tanrı tarafından ondan beklenen bir “çağrı” olarak kavrandığına ve bütün hayatının bu “çağrı”ya karşılık gelen bir “ödev”le yükümlü olduğuna inanan Protestanlar, bir tür kaderin önceden belirlendiği bir ruh haliyle yaşarlar. Kimse kurtuluşa ereceğinden ve “çağrı”ya kurtuluş için gerekli “ödev”leri yaparak karşılık verip veremediğinden emin değildir.

Teolojik olarak inançları bir kilise hiyerarşisi içinde şekillenmeyen ve herkesin kendi papazı olabildiği, İncilleri de yine bir hiyerarşinin dolayımına gerek duymadan kendi başına okuyup anlayabildiği bir yönelim içindeki Protestan birey, kendi içsel yalnızlığıyla baş başadır.


Weber, kapitalist ruhun Protestan bireyin içinde bulunduğu bu çileci anlayıştan doğduğunu ileri sürmektedir.

Böyle bir birey, kurtuluş umudu için seçilmiş olma hissini taşımazsa yetersiz bir inanca sahip olamayacağından, böyle bir seçilmişliğe sahip olduğuna inanacaktır.


İkinci olarak ise seçilmiş olduğu inancına sahip olmak için dünyevi faaliyetlerinde “iyi iş” çıkarma vasıtasıyla sergilenebileceği inancına sahip olacaktır. Başarı kurtuluşa ermek için seçilmiş olmanın bir aracı değil işareti olacaktır.

Dünyevi işlerde başarılı olmanın getirdiği ekonomik birikim, kendi isteklerine düşkünlük ve lüks bir hayat sürmek yerine, temkinli ve gayretli bir meslek olarak görüldükçe, ahlaki olarak kabul edilebilir görülecektir.



Böylece Kalvinizm’in öngördüğü püriten ahlak, kapitalist girişimin bir dayanağı hâline gelir ve ona ahlaki zemini hazırlar.

Püritenliğin öngördüğü dünya işlerinde disiplinli ve kontrollü bu ahlak anlayışı, sermaye birikiminden yoksun olan emek gücü kullanan kesimlerin de çalışmalarında disiplinli olmasının ahlaki motivasyonunu oluşturur.

Yine de Protestan zümrelerde görülen bu dini seçilmişlik hissi ve dünyadaki bütün faaliyetleri bir “ödev” olarak görme inancı, Weber’in kapitalizmin doğuşu için öngördüğü tek neden değildir. Bunun dışında bireysel ekonomik girişimin önüne engel olarak çıkan, dünyanın başka yerlerinde olduğu kadar Batı’da da yaygın olan, üretim faaliyetlerinin hane ve çevresinden ayrışması; siyasal, ekonomik ve kültürel hayatın şekillenmesine katkıda bulunan ve kendi siyasal özerkliklerine, dolayısıyla siyasal iradeyi etkileme güçlerine sahip burjuva sınıfının şekillendirdiği kentlerin ortaya çıkışı;

Roma hukukundan tevarüs edilen ve akılcılaşmayı kolaylaştıran hukuki pratiklerin varlığı; bürokratik bir hiyerarşi içinde örgütlenen ulus devletlerinin varlığı; kapitalist girişimin gelişmesini kolaylaştıran defter tutma ve hesabı kontrol mekanizmalarının uygulanması ve son olarak da ücretli olarak çalışabilecek bir özgür emek gücünün ortaya çıkışı, kapitalizmi doğuran diğer nedenler arasında sayılır.


Ne var ki bütün bu gelişmeler, kapitalist bir “ruh” ve Protestan ahakının motive edici gücü olmadan Batı’yı dünyanın diğer toplumlarından ayıran gelişmelerin ortaya çıkmasını sağlayamazdı
 
Üst Alt