12 deyim ve enteresan hikayeleri

CaT

🎈
Board Admin
Katılım
21 Ara 2020
Mesajlar
13,413
Tepki puanı
4,567
Puanları
113
Konum
Uzay
Cinsiyet
Kadın

Kullandığımız deyimler nereden geliyor? İşte 12 deyim ve enteresan hikayeleri​

Günlük hayatımızda sıkça kullandığımız ancak kaynağını bilmediğimiz deyimler ile ilgili pek çok hikaye anlatılagelmiştir. İstanbul'un zengin kültürü bu deyimlerin hızla yayılmasına ve kabul görmesine neden olmuştur. İşte 'ağzınla kuş tutsan nafile', 'ateş pahası', çarşamba pazarına dönmek, 'Dingo'nun ahırı' gibi deyimlerin çıkış noktaları...



1. Ağzınla kuş tutsan nafile

agzinla-kus-tutsan-nafile


Günlük hayatta sıkça kullandığımız bu deyimin kökeni Osmanlı dönemine kadar uzanıyor. Fransa'yla iyi ilişkilerin kurulduğu bir dönemde İstanbul'a gelen Fransa elçisi, Topkapı Sarayı'nda padişahın huzuruna kabul edilmeyi beklediği sırada işinin acele olduğunu, bir an önce padişahla görüştürülmesi gerektiğini söyleyince şu cevabı alır: “Şevketli padişahımız bugün çok hiddetli. Biraz önce külahından tavşanlar çıkaran, alev alev yanan çubukları ağzında söndüren, havaya uçurduğu kuşu birkaç sözüyle geri döndürüp ağzıyla ayaklarından yakalayan hünerli bir hokkabazı dahi huzurundan kovdu. Senin anlayacağın, ağzınla kuş tutsan nafile, ama yine de büyük bir hünerin varsa söyle, zat-ı şahaneye arz edeyim.”


2. Ateş pahası

ates-pahasi


Dönemin padişahı Kanuni Sultan Süleyman, yanındaki maiyetiyle birlikte Halkalı'da ava çıkar. Fakat hava birden bozar ve sağanak yağış başlar. Padişahla adamları mecburen karşılarına çıkan ilk eve sığınmak zorunda kalırlar. Ev sahibi ocakta bir ateş yakar ve böylece padişah elbiselerini kurutur. Elbette evin sahibi bu misafirlerin kimler olduğunu bilmemektedir. Padişah, bu durum karşısında yanındakilere dönerek; “Şu ateş bin altın eder” der. Havanın iyice bozması neticesinde padişah ve adamları geceyi orada geçirmeye karar verirler. Ev sahibi misafirlerinin oldukça zengin kişiler olduğunu düşünür ve sabah evden ayrılırken borcunu soran padişaha “Bin bir altın” cevabını verir. Ateşin değerini padişahın biçtiğini, konaklamanın ise bir altın değerinde olduğunu ayrıca belirtir. ‘Ateş pahası' deyiminin de bu olay neticesinde ortaya çıktığı söylenmektedir.


3. Balık kavağa çıkınca

balik-kavaga-cikinca


İstanbul Boğazı'nın Karadeniz'e açılan kısmındaki Rumeli Kavağı ile Anadolu Kavağı'nda rüzgarlı havalarda balık avlamanın bir hayli zor olduğu bilinir. Bu nedende balığın bol ve fiyatının da uygun olduğu zamanlarda şehirde tutulan balıkların Kavaklar'a kadar götürüldüğü söylenmektedir. Bunun dışında kalan zamanlarda uygun fiyata balık almak isteyen vatandaşlara satıcıların verdiği cevap “o sizin dediğiniz ücret, balık kavağa çıkınca olur” şeklindedir. Satıcıların verdiği cevap zamanla dilimize yerleşmiş ve deyim halini almıştır.


4. Başında kavak yeli esmek

basinda-kavak-yeli-esmek

Sorumsuz ve kendi zevkleri uğruna işler yapan gençler için söylenen deyim ise aslında Anadolu ve Rumeli kavaklarının şiddetli rüzgarları üzerine söylenmiştir. Zamanla kişilerin karakter yapılarının tarifinde ve özellikle de gençlik dönemlerinde karşılarına çıkan bu deyimi de sıkça kullanmaktayız.


5. Çarşamba pazarına dönmek

carsamba-pazarina-donmek

Yine Osmanlı dönemlerine kadar uzanan bu deyim, Fatih Camisi avlusunun duvarından Yavuz Selim'e kadar uzanan bir alana kurulan kalabalık ve büyük çarşamba pazarlarından gelmektedir. Kargaşayı ve düzensizliği ifade etmekte kullanılan bu deyimi de günlük hayatımızda sık sık kullanmaktayız.


6. Dingo'nun ahırı

dingonunahiri

İstanbul'daki şehir içi ulaşımının atlı tramvaylarla sağlandığı dönemlere dayanan deyimin hikayesi de bir hayli ilginç. Şişhane'nin dik yokuşunu çıkmakta zorlanan atlı tramvaylara destek için ek atlar kullanılırmış. Destek için eklenen atlar ise Taksim'de bulunan Dingo isimli Ermeni bir vatandaşın ahırında dinlendirilir, oradan yeniden Azapkapı'ya götürülürmüş. Gün içinde ahıra sık sık girip çıkan atlardan dolayı bu deyimin doğduğu söylenmektedir ve günümüzde sık sık kullanılmaktadır.


7. Dolap çevirmek

dolap-cevirmek

Haremlik ile selamlık arasındaki iletişimin sağlandığı dolaplar, eski konaklarda bulunurmuş. Söz konusu dolaplar haremlik-selamlık bölmesinin arasında, ağaçtan, silindirik, alt ve üst kısımlarından bir mil ile tutturularak çevrilen dolaplar şeklindeymiş. Birbirine ilgi duyan ev sahiplerinin durumdan haberdar olmasını istemeyen konak görevlileri, bu dolay yardımıyla haberleşirlermiş. Yani tamamen gizli yapılan bu iş, aslında ‘dolap çevirmek' deyimini tam anlamıyla karşılıyor diyebiliriz.


8. Eşref saati

esref-saati

Osmanlı döneminde önemli bir olayın müjdeleneceği zamanların eşref saatlerine, yani uğurlu vakitlere denk getirilmesine özen gösterilirmiş. Saray halkından sokaktaki insanlara kadar herkes buna inanır, özen göstermeye gayret edermiş. Söz konusu olayın ya da işin açıklanacağı zamanlarda müneccime başvurulur, onun yönlendirdiği ya da uygun gördüğü bir vakitte gerekenler yapılırmış.


9. Gözden sürmeyi çekmek

gozden-surmeyi-cekmek

Kasımpaşa'da bulunan Haliç Tersanesi'nde özel bölmelere ‘göz' adı verilirmiş. Bu bölmelerde saklanan ‘sürme' adı verilen keresteler, zaman zaman marifetli hırsızlar tarafından çalınırmış. Günümüzde pek çok durum karşısında kullanılmaya devam edilen bu deyimin temeli, hırsızlık yapan kimselere dayanıyor.


10. İki dirhem bir çekirdek

iki-dirhem-bir-cekirdek

Özellikle eski İstanbul'da şık giyinen kimseler için kullanılan bu deyim, günümüzde de aynı şekilde anlamını yitirmeden kullanılmaya devam etmektedir.


11. Kabak tadı vermek

kabak-tadi-vermek

Dönemin padişahı Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılan medresedeki öğrenciler, aynı zamanda yemeklerini de medresenin aşevinde yerlermiş. Özellikle cuma günleri zenginleşen sofraları, kabak mevsiminin gelmesiyle birlikte değişim gösterir ve türlü türlü kabak yemeği çıkarmış. Bunun üzerine söylenen ‘kabak tadı verdi' deyimi de günümüzde hala kullanılıyor.


12. Marmara çırası gibi tutuşmak

marmara-cirasi-gibi-tutusmak

Eski dönemlerde ocakları ya da sobaları tutuşturmak için çıralar kullanılırmış. Marmara Adası'ndan toplanan reçinesi bol çıralar, diğer çıralara göre çok daha güçlü yanıyormuş ve çabuk tutuşuyormuş. Aniden öfkelenip sinirlenen insanlar için kullanılan bu deyim, pek çok deyim gibi günümüzde de halen daha kullanılmaya devam etmektedir.
 

scope

Bronz Üye
Katılım
1 Mar 2020
Mesajlar
801
Tepki puanı
181
Puanları
63
Yaş
53
Cinsiyet
Erkek
10 iki dirhem bir cekirdegi anlamadim
 
  • Beğen
Tepkiler: CaT

Karantina

Gümüş Üye
Katılım
17 Ara 2020
Mesajlar
1,519
Tepki puanı
332
Puanları
113
Yaş
36
Konum
İstanbul
Cinsiyet
Erkek
10 iki dirhem bir cekirdegi anlamadim
Onu da ben açıklayayım dirhem ve çekirdek agırlık birimleridir. 16 çekirdek bir dirheme takbül ediyor..eski altın paraların ağırlığının iki dirhem ve bir çekirdek kadar olduğundan yola çıkarak şık giyimli insanlara dolaylı olarak altın yakıştırması yapmak için kullanılıyor...diye bir bilgi mevcut bende
 

CaT

🎈
Board Admin
Katılım
21 Ara 2020
Mesajlar
13,413
Tepki puanı
4,567
Puanları
113
Konum
Uzay
Cinsiyet
Kadın
10 iki dirhem bir cekirdegi anlamadim

İKİ DİRHEM BİR ÇEKİRDEĞİN TDK'DAKİ ANLAMI

İki dirhem bir çekirdek sözünün Türk Dil Kurumu'ndaki tanımı da; "Çok güzel ve özenli giyinmiş" şeklindedir.

İKİ DİRHEM BİR ÇEKİRDEK NE DEMEK?

Osmanlı'da okka ölçü biriminin kullanıldığı dönemlerde bir okka bu gün ki ölçülerle 1283 gram yapar. Okkanın da 400 de birine dirhem denir. Dirhem, daha hassas terazilerde kullanılan bir ölçüdür. Alcak sarraflar, dirhemden daha hassas ölçümler için bir ağırlık birimi daha kullanırlar. Buna da çekirdek derlerdi ve karşılığıda 5 santigram idi. Osmanlı altını da bu hesaplara göre 2 dirhem bir çekirdeğe denk gelirdi. Bu durumda giyinişine özen gösterip süslenmiş kişilere mecazi anlamda çok iyi giyindiklerini belli etmek zarif bir dille 'iki dirhem bir çekirdek' deyimi aslında 'altın' gibi giyindin anlamına gelir.

Böylelikle iceriginide ögrenmis oldum, tskler @scope

Alinti - Kaynat Internet :D
 

-a-

Altın Üye
Katılım
15 Şub 2023
Mesajlar
2,616
Tepki puanı
608
Puanları
113
Konum
n/a
Cinsiyet
Erkek
Aslında çekirdek olarak adlandırılan bildiğimiz bi tohum.
Keçiboynuzu çekirdeği 0.2 gramdır. Dünyanın neresine gidersen git bu değişmez ilginç değil mi?
Yunanca keration denir bu meyveye ve elmas ağırlığını ölçmede kullanılan kıratta budur.
1 kırat 0,2 gramdır.

Keçiboynuzunun Yunancada adı “keration” İngilizce adı “carob’ Arapça adı “kırrıt”tır. Keçiboynuzunun tohumu yıllarca, elmas ölçmek için kullanılmış. Elmaslar, keçiboynuzu tohumları ile tartılıp satılırmış. Bu nedenle keçiboynuzu, kırat veya karat dediğimiz ölçü birimine isim babalığı yapmış.

Tohumlu bitkilerden yalnız keçiboynuzu, uzun süre suda bekletildikten sonra filiz verebilir.

Bu hem çok kuruduğu ve meyvesinden çıktıktan sonra son ve sabit ağırlığını aldığı için hem de içine su alma ihtimali çok az ve çok uzun süreye bağlı olduğu içindir.

Bu sebeple Selçuklular ve Osmanlılar dönemlerinde ağırlık ölçüsü olarak kullanılmıştır. Dört tanesi bir dirhem eder; dirhem üç gram ağırlığa eş kabul edilirdi. Satıcı, iki dirhemlik bir şey satarken "sekiz çekirdek" deyip, bu da benim ikramım olsun derse, müşterinin saygın ve itibarlı olduğunu gösterirmiş. Çok şık ve gösterişli giyinen kişilere, “iki dirhem bir çekirdek” denmesinin kökü buymuş.
 
Üst Alt